31 Ocak 2020 Cuma

dün yazmayı unutmuşuz la

   Üniversitedeki evimden ailemin evine geldim. İnternet bağlantısı konusunda sıkıntılar yaşıyorum, mobil verimi de kullanmak istemiyorum. Buradaki düzene henüz ayak uyduramadığım gibi kendime ait bir alanım da yok. Bu yüzden bu tür aksamalar olabilir sevgili hiç okumayacak okuyucum. Bir günde okumayıver kendini be kendim, bi günde yazmayıver kendini be kendim... 
   Hazır başlamışken yazayım bari... Bugün sıradan bir gün olacaktı ki öyle oldu. Öğleden sonraya kadar evden çıkmadım. Dün tütüncü kapandığı için bakkaldan mecburen aldığım sigaram hemencecik bitivermesin diye dışarı çıkar çıkmaz soluğu tütüncü de aldım. Benim kendi evimin bulunduğu mahalle öğrenci kaynadığı ve bütün öğrenciler sakızın bile parasını kartla ödediği için oradakiler alışık; ben buradaki tütüncüye kart uzatınca öcü görmüş gibi bakıyorlar bana. Tamam, uzattığım şeyin ne olduğunu  ve nereye sokulması gerektiğini biliyor ama alışık değil adam n'apsın? Ya bi de bilmeseydi nereye sokacağını, deneme-yanılma ile öğrenmeye çalıştığını düşünsene bi sevgili hiç okumayacak okuyucum. Aman aman, düşman başına...
   Tütüncünün yanında bizim akrabanın berber dükkanı var, kendini kuaför zannediyor garibim ama 10 m2 dükkanda ne kadar kuaför olunabilir ki? Herkes kendi dünyasının kralı tabii yargılamamak lazım. Dükkanın camekanından selam verdikten sonra kapıyı hafif araladım. Muhabbet olsun diye "kaç kişi bekliyor abi?" diye sormuş oldum. Aslında traş olma zamanım gelmişti, saçım papaz gibiydi tabiri caizse ama hiç de niyetim yoktu. Buraya da kartla ödemeyi teklif ettiğimi düşünürsek vay halime... Ben de oradaki çırağa numaramı verdim, sıra bana gelirse arayın diye. Böylece bundan da kurtulup marketin yolunu tuttum. Evde yeğenlerim var, onlarda yemek seçiyorlar. Abur cuburdan gayrısı hak getire, illa istedikleri olacak. E evde de annem gibi yufka yürekli biri olduğundan ve sözde bizim evde misafir olduklarından ne isterlerse vereceğiz haylazlara. Markete onlara hazır paketlenmiş döner almaya gittim. Bir de kendi evime sürekli tercih ettiğim 5 litrelik sulardan aldım. Gerekli kamulaştırmalar elbette yapılmıştı ama bunu burada sana bile söyleyemem sevgili hiç okumayacak okuyucum. Sana güvenmediğimden değil be, işin arka planında bu yazdıklarımın ne kadar kolay ulaşılabilir olduklarını ve her cümlesinin aleyhime kullanılacağını bildiğimden bu tavrım. Sana güvenmezsem anlatır mıydım onca şeyi sana hem. Hadi kızma da devam edelim.
   Marketten çıkıp eve geldim, haylazlar tarafından kapıda karşılandım elbette. Dışarıdan gelen her şeye karşı büyük bir merak ve beklenti içerisindeler. Hayal dünyalarında nasıl yer alıyoruz bilmem ama bu ufak raf ömürlü paket bile onları deli gibi sevindirebiliyor. Gerekli amcalık gururunu tattıktan sonra kuluçka moduna girdim ve inanır mısın hava bir anda karardı. Mucizevi bir şekilde. Güneş tutulması falan oldu zannedeceksin belki ama tüm olay zamanın hızlı geçmesinden başka bir şey değildi. Tembellik kadar hız kazandıran bir şey yok şu zamana. Yeter ki birileri tembellik yapıversin, ışık hızında koşmaya başlıyor hınzır. Annem yıllardır bıkmadan usanmadan sürdürdüğü rutini ile yine karşımızdaydı. Yemekler ocakta türül türül tütüyor, mutfağın sıcağı petekleri yakmaya gerek bırakmıyordu. Ben birkaç saat uğraşıp yemeğimi hazırlıyorum evde sonrasında ise 15 dakika içinde silip süpürüyorum. Yaptığım yemekten zevk alıyorum ama bu gençliğimin bahar aylarında güzel geçen zaman kadar tat vermediği için hiçbir şey, hazırladığım yemeğin tadı da yavan kalıyor elbette. İşin öbür boyutunda babamla geçen iki saat ev için çalıştık. Bir taraftan babama yardım ediyor olmanın haklı gurunu yaşarken bir taraftan da bize bunları yapmak zorunda kılan sisteme sövüyordum. Sövdüm de sövdüm. "Ha şunu da yaptık mı bitti be!" dediğimde babam sınırlarımı zorluyordu. O da aynı annemin yıllardır bıkmadan usanmadan yemek yaptığı gibi bıkmadan usanmadan bizim için çalışıyordu. Bunun defalarca farkına vardığımı düşündüm ama kendi evimde kendi başımın çaresine bakmak zorunda olmaya yeni başladığım için onları bugünlerdeki kadar hiç anlamamıştım. Müteşekkir olmuş olsak bile az gelecekken bir de yıllarca başlarının etini yemişiz onların. Aynı yolu biz de izleyeceğiz ve bizimkiler de bize aynısı yapacaklar. Bu devran böyle dönüp gidecek
   Saatler biraz ilerledikten sonra geçen sene bütün aşkımı anlattığım, her detayı ile dert yandığım sevgili ablam evine davet etti beni. İçli köfteler çoktan hazırmış ve benim gerçekten çok sevdiğimi düşünüyor. Tamam aslında sevilebilir ama biri sorsa aklıma dahi gelmez. Gönül kırmamak için verdiğim ufak emekleri bir kumbaraya atsaydım şu ana kadar, içini boşalttığımda yeryüzünü kaplardı ey sevgili hiç okumayacak okuyucum. Hazırlanıp gittim. Ayaküstü muhabbet ettik mutfakta. Sonra da eşi geldi onunla da samimiyiz onunla da bol bol muhabbet ettik. Sürekli bana geçen sene için teşekkür ediyorlar ailece ama ben sadece ben oldum. Yani garip geliyor. Kafamı eğip "estağfurullah" demek artık yorucu hale gelmeye başladı. Rahme düşüşünden tut da doğumuna kadar yanında olduğum ablamın tatlış bebişi bana ısındı bu ziyarette. Kucağıma geldi ve iyice birbirimizi kokladık. Geçirdiği sürece her an tanıklık ettiğim için bu bebişi ayrı bir seviyorum. Benim kucağımdayken babasının kucağına gitmedi. Normalde diğer insanlara karşı soğuk davranıyormuş aslında. Artık benim sesimi doğmadan önce çok duyduğu için mi duygusal yakınlık hissetti bilemem ama ben babasına "bebiş yeni insanlara karşı daha ilgili, ondan gelmek istememiştir babası" demiş oldum, alınmasın diye. Neyi kimi kime savunuyorsam artık. Bunları sadece ben düşünüyorumdur umarım da bebişin babasının asıl zamanında yanında olamadığı aklına gelip de üzülmüyordur...
   Yemeğimi yedikten sonra defalarca bindiğim asansörle inmek istedim. O asansör aynası benden neler barındırıyor bir tek ben bilirim. Bu yüzden o asansöre ve aynasına karşı bir duygusal bağım var, tazelemek istedim. Apartmanın önüne geldiğimde ablama aşkımdan dert yandığım anlar geldi gözümün önüne. Sonrasında eve gidip ağladığım anlar. Yine bu konuda içim rahat konuşabileceğim tek kişi o ama artık onunla konuşmak için vaktimiz olmuyor. O günlerdeki gibi yolda yürürken anlatığım şeyleri bir daha ona öyle anlatamam artık. Çok isterdim acısını 7 aydır azaltarak yaşadığım aşkımdan ona biraz daha bahsetmek ama insanın her istediği her zaman olmuyor. Güzel günlerdi, geçti ve gitti...
   Eve geldim. Yatakta biraz yuvarlanıp kendimi dışarı attım. Kulaklığımı takıp yürümeye başladım o aşkımı derin derin yaşadığım parkta. Bu kez yine müzisyenliğimin hayallerini kurdum ve o kadar tatlı geldi ki yine. Burada bir kez daha, her şeye rağmen bağıra çağıra söylemek istiyorum: Ben müzisyen olacağım!
   Kulaklığımın şarjı erken bitti ve eve erken dönmek zorunda kaldım. Şu an ise oturdum ve günümü yazıyorum. Sıradan standart geçen günüme dair bile yazacak şeyler bulabiliyorum ve bunu devam ettirmeliyim. Aradaki aksaklıklara rağmen. Bu yüzden tüm sene boyunca mutlaka her gün görüşmek üzere sevgili hiç okumayacak okuyucum.
 

29 Ocak 2020 Çarşamba

gidelim

Gidelim
Bilmediğimiz yerlere gidelim
Görmediğimiz sokakları görelim
Ayaklarımıza kara sular inene kadar yürüyelim
Sonra oturup dinlenelim
Birbirimize bakalım
Susalım sadece
Gözlerimizin ışıkları savaşsın
İlk gülümseyen kaybetsin
Bir kez daha aşık olalım birbirimize
Bir de gülüşlerimize dalalım
Sadece gülelim ama
Neye güldüğü hiç bilmeden
Niçin güldüğümüzü çok iyi bilip
Sonra da kalkıp yürüyelim yine
Bu sefer hiç durmayalım
Konuşulacak her şey bitene kadar susmayalım
Ve o an anlayalım
Biz birbirimiz için yaratılmışız.

26 Ocak 2020 Pazar

çok yoruldum

Bugün neler yaşadığımı yazıcam ama çok yoruldum, azıcık dinleneyim sevgili hiç okumayacak okuyucum.

25 Ocak 2020 Cumartesi

song güng

   Hafif çakırkeyf yazıyorum bu satırları 70 lik şarabımı bitirdikten sonra. Yine ve yine Gâye'yi düşünüyorum. Hep ve her zaman olduğu gibi. Sonunda 12 saat sonra onunla aynı şehrin nefesini içimize çekeceğiz. Onu görme onun sesini duyma ihtimalim artacak. Bu bile o kadar çok mutlu ediyor ki beni. Anlatamam, anlatılmaz, anlayamazsın sevgili hiç okumayacak okuyucum.
   Bugün sınavdan iki saat önce kalktım. Sınava girdim ve çıktım. Sınav sırasında malın biri defteri dışarıdan içerideki birine gösterirken yakalandı. Görevli hoca da bunun sorumluluğunun tüm sınıfa yükleneceğini söyledi. Başta endişelenmiştim ama sonrasında marketten çıkınca karşılaştığım Bakülü tiyatro arkadaşım Nermin'in rahatlatmasıyla kendime geldim. Marketten baya şey kamulaştırdık çok şükür :)
   Bugün şarabımı da aldım. Tam olarak tüm gün ne yaptığımdan detaylıca bahsetmek isterdim ama kafam öyle güzel ki düzgün hatırlayıp yazamıyorum. Neyse yarın uçağım var ve sevgili ben ona bir şekilde erken gitmeye çalış. Bugün müzik hayallerimi güçlendirecek bir yürüyüş yaptım ve genel anlamda güzel bir gün geçirdim. Daha fazla yazma için direnmek istemiyorum sevgili hiç okumayacak okuyucum, iyi geceler...

24 Ocak 2020 Cuma

rahatlamadan önceki son gün

   Bugün sabah programlama sınavım için erkenden kalktım hatta arkadaşım da aradı ama ben bilerek gitmedim sınava. Zaten ne kadar iyi olması için zorlasam da geçemeyecektim bari uykumdan olmayayım dedim. Öyle de olurmuş zaten ki sınav bittikten sonra beni arayan arkadaşımla konuştum. O da bana sınavda iki soru sorulduğunu ikisinin de çok zor olduğunu söyledi. İyi ki gitmemişim.
   Tekrar uyandığımda öğle olmuştu saat 1'e yaklaşmıştı. Ben de hemen ocağa çayı koyup ekmek almak için Şok markete gittim. Gitmişken birkaç şey daha almam gerekiyordu. Ben de bir tane cheesecake, bir tane 300 gram Oreolu Milka Çikolata, 4 tane noodle, kola ve ekmek aldım. Sonra da eve gelip tostumu yaptım. Dün aldığım salam o kadar lezzetliydi ki tekrar yiyesim geldi. Bundan sonra ondan almayı düşünüyorum. Biraz zaman geçirdikten sonra Ata Demirer'in Tek Kişilik Dev Kadro'sunu izlemek geldi içimden. Parça parça dinlene dinlene izleyip bitirdim onu. Tabi böyle devam ettikçe vakit geçti ve neredeyse akşam oldu. Aldığım çikolatayla story çektim sonuçta 15 liralık çikolataydı hahaha. Çok garip bir içgüdü bu. İnsanlara kendini iyi bir şekilde lanse etmeye çalışma içgüdüsü çok garip. Nedir yani ben orada tiride ekmek banarken story atsaydım insanlar ne düşünecekti ki? Varsın düşünsünler ne olacakti ki? Ne kadar hatırlayacaklardı ki bunu... Sonrasında dilimde dolana şarkıyı söyleyip story attım. Hala özgüvensel problemler yaşıyor olduğum için bir süre kendim izleyemedim o storyyi. Çünkü bu önceki yaptığım şarkı söyleme etkinliği gibi değildi. O şarkıyı söylememi kimse istemişti, içimden geldiği için söyleyip paylaşmıştım. Bu yüzden biraz tedirgindim. Bu gibi durumlarda son ana gelince tuşa basıp telefonun ekranını kapatıyorum. Nolucaksa olsun ya diyip bir kenara atıyorum telefonu. Bundan sonra daha fazla içimden gelenleri paylaşarak özgüven sorununun kökünü kurutacağım. Bakalım bu süreçte beni neler bekliyor...
   Bugün Elazığ'da deprem olmuş. Bu hafta birkaç kez daha oldu farklı yerlerde ama sanırım Van depreminden sonra ilk defa yıkıcı bir deprem yaşandı. Ölen insanlar olmuş. İşin ciddiyetini kavrayınca İstanbul'da yaşadığımızı hatırlayıp gözlerim doldu biraz. Çünkü bizi bekleyen acı gerçek bu. Ben buradayım, güvendeyim belki ama İstanbul'u çok şiddetli bir deprem bekliyor ve her an olabilir. Bu depremlerşn oluşu da bu süreci hızlandırıyor olabilir. Bütün ailem orada ve insan ister istemez korkuyor ve olabilecekleri gözünü kapatarak geçiştirmeye çalışıyor. Böyle bir durumda onları aydınlatmaya çalıştığımda inançlı oldukları için önlem almaya yeltenmiyorlar. Ölümün falan Allah'tan geldiğine inanıyorlar ve bir türlü onların yaşamını güvence altına alamıyorum. Uzaktan onları sadece uyarmak geliyor elimden. Ama yarından sonraki gün orada olacağım ve deprem hakkında iyice bir araştırma yapıp onları aydınlatacağım. Bu işi ciddiyetle yapıp asla taviz vermemelerini sağlayacağım. Yaklaşıyor yaklaşmakta olan.
   Bugün uzun süre sonra egzersiz yaptım. Çok kez şınav çektikten sonra en son kendimi yüzükoyun yere kapaklanmış ve kollarımın acizliğinin tadını almışken hatırlıyorum. Sonrasında duş aldım ve kendime gelmeye çalıştım. Biraz zaman geçtikten sonra kitabı alıp Charlot'un yolunu tuttum. Oraya gittiğimde adam bu kez yine çayının olmadığını söyledi. Ben de saçma sapan bir mochaya yine 9 lira vermek istemediğim için kalkıp ayrıldım oradan. Bence adam orada bir çay ile yarım saat oturmamı hoş görmüyor. Bu yüzden ben gelince çayının bittiğini söylüyor. Ben adamı denemek için "çaydan başka bir şey içeçek param yok, en iyisi gideyim ben" dedim. Oranın artık neredeyse müdavimi olduğum için "ikram edelim" demesini bekledim. Ama bunu yapmadı. Yani çay may palavra, bir daha da gitmem oraya. Oradan çıkıp döndükten sonra Mısırca Amca adındaki başka bir cafê dikkatimi çekti ben de oraya oturdum. İçeri sıcaktı ve oturduğum koltuk gayet rahattı. Sadece kitap okumak için yeterince yüksekte değildi. Ben de ayaklarımı kıvırıp oturdum. Bugün orada okumaya başladığım kitap Stefan Zweig'in Ay Işığı Sokağı kitabıydı. Yaklaşık 30 sayfa okudum yani 3'te 1'i kadarını okudum. Kitapta limana geç kalan gemiden inip de binmek istediği Almanya'ya giden treni kaçırdıktan sonra Fransa'da bir gün geçirip orada karısının peşinden çok farklı coğrafyalara sürüklenip onun izini süren bir adam ile tanışan bir karakterin öyküsü anlatılıyor.
   Eve döndüm ve apartmanın girişinde ismini Rust koyduğumuz geçenlerde bir gece misafirimiz olan kediyi gördüm. Hemen kucağıma alıp eve getirdim ve takılsın biraz dşye bıraktım. Ben de o sırada ocağa bergamotlu çay koydum ve kendimi iki çeyrek tost hazırladım. Ben beyblade izlerken Rust uyudu biraz, ben biraz okşayınca da uyandı. Kalan piliç salamı ona yedirdim. Çok acıkmıştı. Yine salamla beraber yanında 3 çay tabağı da süt içti. Sonrasında kucağıma alıp biraz sevdikten sonra bir story çektim onunla beraber. Daha sonrasında dışarı çıkmak istedi. Ben de kapıyı açıp dışarı çıkmasına izin verdim. Şimdi de yarınki matematik sınavıma çalışmam gerekiyor ve "zabağa gadar burdayıh zabağa kadar". Çok çalışıp bu sınavı geçmem lazım yani en az 35 alacak kadar çalışmam lazım. Bu sınavdan da kalırsam hem akts sınırını aştığım için senem uzayacak herhalde, bu konuda net bir bilgim yok Baki bahsetmişti; hem de boşuna 15 gün burada beklemiş olacağım. Yarın sınavdan sonrası çok keyifli geçecek. Eve dönmeme bir gün kalmış olacak ve çok eğleneceğim. İronik bir şekilde bir uçağın düşüşünü konu alan Sully filmini izleyeceğim. Bütün evi temizleyip güzel bir yemek yiyeceğim falan. Bakalım umarım yarınki sınav güzel geçer de içim rahat bir şekilde eve giderim. Yarın gece rahatlayınca görüşürüz sevgili hiç okumayacak okuyucum, kendine iyi bak :)

23 Ocak 2020 Perşembe

ne yazsam acaba

   Eve gitmeme 2 gün kaldı. İster istemez heyecanlanıyor insan iki gün sonra sıkılacağını bilse de. Bu yüzden sıkılmamak için yapmam gereken bazı şeylerden bahsediyim de içimde kalmasın:
   Babamla sinemaya gidip sonrasında bir cafêde oturacağım. Direnirse ısrar edeceğim. Çocukları istedikleri filme götüreceğim. Gider gitmez spor salonuna yazılacağım zaten haftada 3 kez gidiliyor. Sağlıklı beslenip maksimum kiloyu vermeye çalışacağım. En azından bu süreye sığdır ve buna katlanmaya çalış lütfen sevgili ben. Akif'i öp ve suratına krem şanti sür yani bol bol story çek ve paylaş. Özgüven sorunu bir anda yenilebilecek bir şey değil. İçinden geldiği gibi davran ve umursama. Her akşam birer saatlik park yürüyüşlerini ihmal etme. Hakan abi ile konuş çünkü staj tarzı bir şeyden bahsediyordu. Kadıköy'deki oyunculuk randevuna git. Orada arkadaşlarınla buluş. Bolca müzik dinle; kitap okuma ve yazı yazma zincirlerini kırma. Tekerlemelerle diksiyon çalış. Yeni kütüphaneler keşfet ve mümkünse Avcılar'daki kültür merkezinde tiyatroya git. Umarım Gâye'yi görürsün de iki kelam edersiniz. Eğer böyle bir şey olursa sus onun yanında. Bir şey söylemeni isterse de gerekli olan tek şeyi söylediğini söylersin ve ona aşık olduğunu hatırlatırsın.
   Bugün sınavım olmadığı için bol bol boş boş takıldım evde. Geç kalktım ve internette takıldım. Sonrasında da ev arkadaşım sınavları bittiği için eve gidiyordu. Ben de onu yolcu ettim. Pazar günü Ankara'da buluşmak üzere sözleşmiş olduk ama emin değilim ne olacağından. O gittikten sonra markete gidip bana iki gün yetecek ufak bir salam ve bir paket tavuk baget aldım. Aldığım paketten bir tanesini menemene katmayı denedim ama hazır menemen bok gibiydi. En iyisi kendin uğraşıp yapacaksın. Kalan 3 tanesini de akşam pişirip yanına pilav yaptım ve afiyetle yedim. Bugün aynı zamanda Juno adında bir film izledim. Bence çok eğlenceliydi ve diğer gençlik filmlerinden farklı bir havası vardı. Film bittikten sonra dışarı çıktım ve bu sefer Charlot Cafê açıktı. Bir açık çay istedim ama "çay haricinde her şeyim var" cevabını aldım. Ben de white chocolate mocha sipariş ettim. İstemeye istemeye ödedim 9 lirayı çünkü evde kendim çok daha lezzetlisini neredeyse bedavaya ve her an yapabiliyordum. Kitabımı okudum ve bitirdim. Sonunda Benjamin abimizin istediği oldu. Sarayın Yahudi kuyumcusu şamdanın birebir kopyasını yaptı ve sahte olanı hazinedara verdi. İkisi de birbirinin aynısı idi ama sadece biri kutsaldı. Benjamin abimimiz de bu kutsal olan şamdanı alıp geniş bir arazinin ortasındaki bir ağacın neredeyse dibine bir tabut ile birlikte gömdü. Sabahında da öldü.
   Yarın sabah 9'da Programlama sınavım var ve geçemeyeceğimden emininim. Benimle alakalı bir şey değil bu zaten, istesem de geçemeyeceğim. Bu yüzden girmemeyi düşündüm ama vakit geçirmek için gireceğim sanırım. FF'den daha düşük not alamam ya... Asıl önemli olan ve geçme ihtimalimin olduğu sınav cumartesi günü olan matematik sınavım olduğu için ona odaklanmalıyım. Bu dersten de kalırsam otomatik senem uzuyor. Buradan kaçıp gitme planları kurarken ne hallere düştük ya. Sanırım erasmus hayalleri de yalan oldu. Uzun zamandır keşke dediğim bir şey çıktı ortaya, keşke girseydim derslere. Derslere giren çocuklar beyinsiz olmalarına rağmen geçtiler dersten ve benden 2 hafta önce evlerine gidebildiler. Bunları artık sorun etmiyorum ama sonuçları umarım hayallerimin önüne geçmez. Bakalım ileride neler olacak. Görüşürüz sevgili hiç okumayacak okuyucum.

22 Ocak 2020 Çarşamba

daha boş bir gün olamazdı

 NOT: Dünün yazısını dün yazdım ama yayınlamayı unutmuşum taslak kalmış. Zincir kırılma olayı yok yani sabah fark ettim ben de.
  Dün gece öğrendiklerimi yazdığım kağıdı tekrar etmem ve bunların bazılarını aklımda tutamayacağım için sıraya yazmam gerektiği için bu sabah normalden biraz daha erken kalktım. Aşağı inip ekmek aldım, çayı ocağa koyup duş aldım ve tembel tembel hareket ettim. Kahvaltımı yapıp İlişki Testi'ni izledikten sonra yaklaşık 45 dakika erkenden evden çıktım ve fakülteye gittim. Oraya vardığımda sınava daha 35 dakika vardı. Yazabildiklerimi sıraya ufacık yazdıktan sonra sigara içmeye çıktım. Dünden beri dinlediğim bi cover vardı ve onu notları sıraya yazdıktan sonra dinlemek için kendime söz vermiştim. Bir taraftan sigaramı içip bir taraftan da müziğimi dinleyip sınava geçtim.
   Sınavda 4 soru vardı ve yine başlamadan önce 5 dakika kağıtla bakıştığım tarzda bir sınavdı. İlk iki soru tanım ve bilgi sorusuydu ve bunun için gerekli olan kağıtlar cebimdeydi. "Diğer işlem yapmam gereken iki soruya odaklanayım ve ilk yarım saat dolup herkesin çıkmaya başladığı anda yazarım." dedim ama o iki işlem yapmam gerekenlerde de bir şey yapamadım. Bari millet çıkmaya başlayana kadar bildiklerimi yazayım düşüncesiyle ilk soruya bildiklerimi yazdım. İlk yarım saat doldu ve herkes çıkmaya başladı ben de tam o an cebimden gerekli kağıdı çıkarıp tanımı yazdım. Tanım cümlesi kendi notlarımdan gelen kendi cümlelerimden oluştuğu için kopya ihtimali verilemezdi. Kağıdımı güzelce yazıp hiç çaktırmadan yerine koydum. Sınıfın neredeyse yarısı çıktıktan sonra hoca üçüncü sorunun nasıl çözüleceğini açıkladı. Bu soru 40 puanlık olduğu için bu biz bekleyenler için büyük şanstı. O soruyu da öylece çözdüm ve diğer hiç anlamadığım soruya da saçmalayıp bir tane kafadan Karnough haritası çizdim. En azından bu haritayı çizebildiğimi bilsin diye yapmıştım bunu. Yani direkt soruyu çizmektense bir şeyler bildiğimi düşünüp puan versin diye yapmıştım. Ama orospu çocuğu herkesin sınavını 4 saatte okuyup final notumun aynısını girmiş. O kadar kişinin klasik sınavını bu kadar kısa sürede okumasının imkanı yok. Gidip sorsan yalan söyleyecek. Bu hocanın öğrencilere garezi var. Kendisi 3,5 senede bitirdim diye övünüyor üniversiteyi. Zaten tipsizin teki duba gibi herif. Hayatını yaşayamamış ve bizim de yaşamamızı istemiyor. Şimdiki akp yönetimindekilerle aynı kafaya sahip yani. Hayatı boyunca kızlı erkekli bir ortamda dahil takılamadığı ve üniversite gibi mükemmel tecrübeyi hakkıyla yaşayamayıp ineklik ettiği için böyle davranıyorlar bunlar.
   Eve geldim ve biraz takıldıktan sonra uyudum sonra da uyanıp notumu falan öğrendim işte. Mailimi attım ama sikine takmayacağı için pek bir umudum yok. Neyse 3 dersten kafadan kaldık bakalım seneye ne bok yiycez. Ben boşuna 15 gün geç  gidiyorum İstanbul'a ya. Ama matematikten son anda kaldığım için "eve iyi ki gitmemişim" diyorum. Bir tek geçme ihtimalimin olduğu sınav o çünkü. Vizesi çok yüksek. Geçer bir not alsam çok rahat geçerim. 33 alsam geçiyorum yani. Bu dersi de seneye bırakmak salakça olurdu ve AKTS sınırı aşıldığı için senem uzamış olurdu. Neyse siktir edelim sınavları şimdi. Uyandıktan sonra uzun zamandır ilk defa takip ettiğim yerli dizi olan "Tutunamayanlar"ın yeni bölümünü izledim. Çok hızlı bitti ve diğer bölümlere nazaran daha az komik bi bölümdü. Ama ikilinin arasındaki aşk artık dışa vurmaya başladığı için kendime ait simalar gördüm iki karakterde de. Bu yüzden son sahnede duygulandım ve bölüm güzel bitti benim için. Sonrasında tekrar uyudum ve saat 12 de kalktım bu kez. Gece yarısı uyanır mı insan ya ne garip bi düzen oluşturdum kendimi böyle.
   Kalkıp üstümü giyip Hokkabaz Cafê'ye gittim. Kulaklığımda iyice cızırdıyordu. Sonunda cafêye ulaştım ve oturdum bir çay söyledim. Çay geldi ama ben içmeyip hala telefona baktığım için soğuttum çayı. Ama ben ne yapayım. İnsanlar gündüz yaşıyor hayatı ben gece. Bu yüzden bir sürü yeni mesaj gönderi vs. oluyor. Telefonu bırakıp kitabımı okumaya başladım. Bizim Benjamin sonunda kralın huzuruna çıktı ve şamdanı istedi. Kral teklifini kabul etti ama sadece Kudüs'r götürülü bir kilisenin altında durmak şartıyla. Kralın kabul etmesinin sebebi batıl inançlarının olması ve bizim Benjo'nun bunu şamdanın lanetli olduğuna inandırması. Ama işte bunların götü kalkmasın diye de böyle bir yöntem buluyor. Bakalım devamında neler olacak kitabın.
   Genel olarak boş ve kayda değer bir şey barındırmayan bir gün oldu. Bu yüzden şimdi güzel bir final yapmak ve kelimelere şarkı eklemek bile istemiyorum. Bu yüzden bitti!

korkacak bir şey yok aslında

  NOT: Bu yazıyı 21.01.2020 tarihinde yazdım ama yayınlamayı unutmuşum. Zincir kırılmadı yani!
   Dün gece sabaha kadar hiç uyumadım. Tam ders çalışmamın bittiği sırada ev arkadaşım uyandı. Daha öncesinde hiç sigara içmiyordu eve gittiğinden beri. Ben onu kendi odamın camından dışarı bakıp sigara içerken gördüm. Şaşırdım tabiki ama sonra da normal karşıladım. Hazır o uyanmışken biraz muhabbet etmek istedik ve saat 8:30'a kadar beat kuşağı hakkında muhabbet edip sigara içip müzik dinledik. Daha sonra benim uykum geldi ve uyumaya geçtim.
   Yaklaşık 1 saat sonra 10'a doğru kendiliğimden uyandım çünkü içimde bugün yapmam gereken şeyin tedirginliği vardı. Bir türlü uyuyamıyordum. Ben de kalktığım saatte A.....r'a "merhaba" yazdım ve cevap beklemek üzere tekrar uykuya daldım. Bir süre sonra tekrar uyandım ve "merhaba" cevabını aldım. Bu cevabın üzerine "sana bir şey söylemem lazım ya" yazdım ve tekrar uykuya daldım. Artık yarı uyanık yarı uykulu olduğum için her an mesajın gelişinin bekleyişindeydim. Bir süre terkar gözüm daldı ve uyandığımda "söyle" cevabı geldi. Bu cevap beni biraz tedirgin etti. Artık her şey açıktı. Ne söyleyeceğim az çok ortadaydı, anlamıştır yani dedikten sonra başladığım işi bitirmeye karar verdim ve "seninle bir süredir tanışıyoruz ve ben senden hoşlanmaya başladım; bu konuda ne düşündüğünü merak ediyorum" yazdım. Artık tamamen uyanmıştım ve asıl cevap beklediğim soruyu da sorduğuma göre hiç uyku tutmayacaktı zaten. Ben de hemen ocağa çayı koydum ve demlenene kadar oyalanıp tostumu makineye koymak üzere hazırladım.  Çay olmak üzereydi ve ben de bir türlü telefona bakmaya cesaret edemiyordum. Gelecek cevabın beni çok mutlu etme veya özgüven hasarı verme potansiyeli var olduğu için bir türlü bakamadım telefona. Sonrasında da dün yazdığım satırları hatırladım ve "nolucaksa olsun ya" diyerek telefonu elime aldım. Ve gelen cevap şuydu: "bir şey düşünmüyorum çünkü konuştuğum biri var". Çok net ve sert bir cevaptı. Bir an yine reddedilişi tattığım için boşluğa düştüm ve kendimi çok değersiz hissettim. Özgüvenim yıkıldı bir an. Ben bir taraftan kendimi buna hazır olduğumu belirterek düşünmemem gerektiğini söyledim ve tostumu yiyip İlişki Testi'ni izleyeyim dedim. Bu sırada Youtube'daki  Erkek Kanalı girdim ve "reddedilme" videosunu izledim. Bunun bir süreç olduğunu ve reddedilmeye alışmam gerektiğini söyleyip benim moralimi yerine getirdi bu kanal. Ve sürekli buna devam etmem gerektiğini özgüvenimi yitirmemem gerektiğini hatırlattı. Benim de moralim biraz yerine geldi ve ben de İlişki Testi'ni izlemeye başladım.
   Saat 4'e kadar takıldım ve sonrasında da eve ev arkadaşım ile birlikte Can geldi. Gelirken de 3 bira almışlardı. Ben de aşırı misafirperver olduğum için Can'a hamburger hazırladım. Sonrasında Ebubekir, Batu ve Murat geldi ve biz biraları içip bi taraftan da muhabbet ettik. "Papaz Kimde?" oynadık. Cezası ise escort aramaktı. İlk başta ev arkadaşım kaybetti oyunu ve twitter bir escort numarası bulup arattık o da konuştu. Biz de bunu izleyip eğlendik. Sonrasında Batu kaybetti ben de ona twitterdan travesti numarası buldum. Sesi duyunca kahkaha attık zaten biz ve trans-birey ablamız telefonu yüzümüze kapattı. En sonda ben kaybettim bana da bir teyze çıktı ben sorun olmaması için direkt kapattım. Bu yaptıklarımızın ne kadar yanlış olduğunu ben de  biliyorum ama bazen ortama uyum sağlamak için yapıyoruz böyle şeyleri ve kimse sorgulamıyor. Bunlardan sonra Ebubekir ile Can gittiler biz de dört kişi kaldık. Daha önceden Murat'a tavuk sözü verdiğimden sürekli bana söyleniyordu. Ben de kalkıp tavuğu yapmaya başladım. Bu sırada da kems ve pişti oynadık. Sonrasında muhabbet sıkmaya başladı onlar da gittiler. Benim de çok uykum gelmişti kendimi yatağa attım.
   Tam istediğim saatlerde uyandım. Uyandığımda saat gece yarısına geliyordu. Ben de üstüme giyip dışarı çıktım ve Hokkabaz Cafêye geçtim. Bir çay sipariş edip kitabımı okumaya başladım. Bu aralara "zinciri kırma" olayını biraz aksatıyordum bu yüzden hala "Gömülü Şamdan"ı okuyorum. Bugün biraz da tekerlemeler okuyup diksiyon çalıştım. Aslında tekerlemeler konusunda çok iyiyim bunu fark ettim. Hazır "zinciri kırma"lardan birini yaptığıma göre tüm gün de dışarı çıkmadığım için kitap okuma işini de aradan çıkarmış oldum. Bir süredir bu kadar dikkatli okumuyordum kitabı ve iyi geldi bana. Sonunda karakterimiz Benjamin şamdanın izini sürdükten sonra Bizans' a gidiyor ve orada oradaki Yahudilerle birlikte muzaffer imparatordan şamdanı almak için planlar yapıyorlar. Çayım ve sigaram bittikten sonra bugün keşfettiğim ve yolda gitarla kar yağışı altında söylemeyi hayal ettiğim şarkıyı dinleyerek eve döndüm.
   Apartmanın içini girmiş ve asansör beklerken bodrum katından bana doğru merdivenlerden bir kedi çıktı. Ben de aç olduğunu düşünerek yanıma çağırdım ama yanımda hiçbir şey yoktu. Ben de kucağıma aldım ve asansörle benim eve çıktık. Önüne migrostan aldığım küçük paket mamalar

20 Ocak 2020 Pazartesi

bakalım yarın neler olacak

   Dün geceden saat 7'ye kadar ders çalıştım güya. 4'e yakın başladığım çalışmam sabah ezanının okunmasıyla son buldu. Oysa toplam 6 sayfalık nottan 4 sayfa not çıkardım. Bunlardan sonrada ballı papatya çayımla sigaramı içip "Ne farkeder" dinleyip yattım. Sonra da 11'de kalktım, tabiki sürekli beşer dakika erteleyerek çeyrek geçe kalktım. Çayı koydum ve aşağıya ekmek almaya gittim. Son kaşarımı kullanıp tostumu yaptım ve İlişki Testi'ni izlemeye koyuldum. Saat 12'ye yaklaşınca hazırlanıp sınava gittim. Okul kapısından içeriye girdiğimde uzunca bir ring sırası vardı. Ben de "sıra gelir zaten yarım saat var" diye düşünürek girdim sıraya ama çok yavaş ilerliyordu. Tam aşağıdan binmeye karar vermiştim ki yürürken kalkmak üzere olan ringe kapı ucunda binebilirim diye bir anlık düşünerek atladım. Kapının kapanmasıyla benim içeride olmam bir oldu. Orada başta sıkıştık ama sonra bir düzen sağladık ve ben fakülteme ulaşabildim sonunda. Bu süreçtede hep müzik dinlediğim kulaklığım ufak sıkıntılar çıkardı, yakında bozulur herhalde.
   Binaya girmek üzereyken kapıda durdum ve bir sigara içtim. Ben sigaramı içtikten sonra sınava 5 dakika kalmıştı. Zaten yer bulurum düşüncesiyle hareket ettiğim için yavaşça çıktım. Ama benim girdiğim bloktaki iki sınıfta doluydu bu yüzden diğer bloğa geçmek zorunda kaldım. Sınava ucu ucuna yetiştiğim için gece tuttuğum notlar da bir işe yaramadı çünkü bakamadım. Sınav kağıdı geldi önüme. Kağıt bana bakıyor ben kağıda... En ön sıraya oturduğum için full camlı pencereden dışarıyı seyredebiliyordum. Usulca kar yağıyordu ve muhteşem bi manzara vardı önümde. Ben de o manzaraya dalıp gittim ki bir çift gözle göz göze geldim. O gözler bana şu soruyu yöneltti: "Niye geldin sınava?" Ben de "çözüyorum hocam, sadece bir şey düşünüyordum" diyip arka sayfa karaladığım dersle alakalı ama soruyla tamamen alakasız olan sırf kağıt dolu gözüksün diye yazdığım kurşun kalemin kağıtta bıraktığı birkaç izi gösterdim. Eve o yazdıklarım ben de bundan fazla değer görmüyor.
   Velhasıl sınav bitti ve ben gözümle Myanmarlı arkadaşımı aradım, bulamayınca da eve döndüm. Eve girdiğimde keşke markete gitseydim diye düşündüm ama dışarıda kar yağıyordu ve ben geri dönmeye çok üşenmiştim. Bir süre sonra ev arkadaşım acıktı ve evde makarna da dahil bir şey bulamadığı için markete gitmeye karar verdi ve bana "bir şey lazım mı?" deme gafletinde bulundu. Ben de ondan bir tane noodle ve kola almasını istedim. Birbirimize bir şeyler sürekli aldığımız için ve evdeki her şeyi ortak kullandığımız için aramızda bunların lafı olmuyordu. Hemencecik gitti ve geldi. Ben de bu sırada bir şeyler yedim ve youtube'dan bir şeyler izledim. Sonra da ev arkadaşıma dışarı çıkıp tavla oynamayı teklif ettim. O da kabul etti ama sonrasında benim uykum geldiği için ben uyanınca gitmeye karar verdik.
   4 saate yakın uyudum ve kalktığımda saat 9'a yaklaşıyordu. Ben de hemen kalktım ve markete gittim çünkü evde kaşar kalmamıştı. Bu da yarın tost yapamayacağım anlamına geliyordu. İlk başta Migros'a gitmeyi düşündüm, sigaramı uzunca süre içip yarım atmamak için yolumu uzattım ve sonrasında Şok'a gittim. İçeriden 2 paket tavuk ve kaşar aldım. Sonrada 3 tane noodle alıp çıktım. Daha sonra Migros'a gittim ve oradan da bir Tchibo kahve ve CoffeMate aldım. Yani tekli paketlerle uğraşmak zorunda kalmıyorum şu an. Sonrasında bir paket hamburger köftesi aldım. Sonra da oradan da bir kuşburnu çayı ve 2 noodle daha alıp çıktım. Bim' e gittim oradan domates aldım, karşı markete girip oradan da ekmek aldım. Eve geldim kendime hamburger yaptım. Kahvemi içip ev arkadaşıma hadi tavla oynamaya gidelim dedim. Hazırlanıp çıktık.
   Evimizin hemen yakını olan Yemen Kahvesi'ne gittik. Ben tavlayı masaya getirdim biraz oynadık ve ev arkadaşım ikincisini oynamak istemedi. Ben sipariş için garsonu çağırmaya gittim ve geldiğimde muhabbete başladık. Bu sırada ben bir white chocolate mocha söyledim o da bir filtre kahve aldı. Bunların hepsini neden belirtiyorum bilmiyorum ama yazasım geliyor. Dolu gözükmesi gibi bir amacım da yok çünkü sıkılacak bir okuyucum da yok sevgili hiç okumayacak okuyucum. Neyse işte... Ben ev arkadaşıma tiyatro ekibimizin isim değişikliği konusunda subjektif bir şekilde sürekli fikirlerimi söyleyerek anlattım. O da başından beri bana dokunmayan yılan bin yaşasın kafasında olduğu için olaylara yorum yapmadı. Biraz daha muhabbet edelim derken bir yerde tıkandık ve birbirimize fıkra anlatmaya başladık. Anlatacak fıkra bulamayınca da internetten önce kendimiz okuduk sonra birbirimize anlattık. Böyle böyle anlatırken oturduğumuz yerin yanındaki cama biri vurdu. Ben baya bir korktum ve dışarı baktığımda tiyatro arkadaşlarımızı gördük, cama vuran Feride'ydi. Daha sonra onları içeri davet ettik ama mekan kapanmak üzereydi. Biraz da onlarla muhabbet ettik ve sonra da Tuğba'nın isteğiyle okey masasına geçtik en azından bir el atabilelim diye. Oyunumuza başladık ve sonra mekanın ışıklarını kapattılar. Yani kibarca "siktirin gidin" dediler bize. Biz de en azından el bitsin diye devam ettik ve oyun en son benim açmamla ve Feride'nin bitmesiyle sonuçlandı. Işık olmadığı için son işleyecek taşı bulamadı ve ben gösterdim. Tuğba bunun üzerine kızdı bana ama ben göstermesem de sonuçta bir ellik bir oyundu bu. Lanet dürüstlüğüm ya...
   Mekandan çıkıp eve döndük ve ev arkadaşımla biraz boş yapıp güldük. Sonrasında döner sipariş ettik. Sipariş geldi ve Beyblade izleyip yemek için benim odama geçtik. Ben de o sırada ev arkadaşıma A.....r ile konuşacağım konusunda muhabbet açtım. O yine kendi için sorun olmayacağını söyledi - ne kadar hiç öyle hissettirmese de - ama eğer reddedilirsem benim açımdan iyi bir profil oluşmayacağını söyledi. Daha önce  de ev arkadaşımın başka bir arkadaşına ondan hoşlandığım söylettirmiştim. Ama kızın sevgilisi olduğunu ikimiz de bilmiyorduk. Yani reddedilirsem ve bunu onun arkadaşları öğrenirse benim herkese yürüyen bir profil çizeceğimi düşündüğünü  ve bunun beni bir daha kimse ile tanıştırmayacağına sebep olacağını söyledi. Aslında haklı görünüyor ama benden bunu istememesinin sebebi bu değil bence. Bu aklımı karıştırdı ama benim umrumda olmayacak. Ben gidip A.....r'a ondan hoşlandığımı söyleyeceğim ve sonrasında ne olursa ona göre davranacağım. Yani kaybedecek çok şeyim yok. Yarın A.....r'un sınavı var ve sonrasında burada olması için hiçbir sebep yok. Yani elimi çabuk tutup bir an önce konuşmam lazım. Karşılacak durumumuz olmadığı için yarın Instagram'dan yazarım diye düşünüyorum. İçimde hisler var ama ben bahsettiğim gibi bunu bu hislere rağmen yapacağım.
   Bakalım bir sonraki yazıda birlikte neler okuyacağız sevgili hiç okumayacak okuyucum...
 

19 Ocak 2020 Pazar

nefret ettiğin yaşam

Saat sabahın 5'i ve sen şu an nefret ettiğin işi yapmak için kendini zorluyorsun. Tamam bazen hayatta nefret ettiğimiz şeyler yapmak zorunda kalacağız ama bu sevdiğin, ulaşmak istediğin amaca hizmet eden yolda olmalı. Hiç olmak istemediğin konumda hiç olmak istemediğin bir kişilik için toplumsal baskılar ve gelecek kaygısı yüzünden mücadele ediyorsun. Aç kal be, aç kal da bunu yapma! Hala kararsız bir şekilde  yerinde sayıyorsun. Artık risk al! Olmak istediğin kişi ol! Yaşamak istediğin yaşamın bir parçası ol! Yapmaktan nefret ettiğin şeyleri yapmayı bırak artık ve sevdiğin hayalin için mücadele et!

mutlu olamayacak mıyım sorusunun acısı

   Hep bir hayal kurarız hep de başımıza yıkılır. Hiçbir şey hiçbir zaman tam istediğimiz gibi gitmemiştir. Şu 20 yıllık ömrümde eve yüzüm de gülücükler saçarak bi kere geldim onun da sonu kötü bitti. Ne zaman bi şeye gülsem sonrasında somurtacak bi şey illaki çıkıyor. Ki zaten bu sigara illeti yüzünden doya doya kahkaha atamıyorum. Bugün kendime sordum yine, hiçbir kadın sevmeyecek mi beni diye, kimseye doya doya sarılamayacak mıyım diye, gerçekten mutlu olamayacak mıyım diye. Biriyle birlikte olsam bile ben nasıl beraber olunur, nasıl sevgili olunur, ne zaman sarılıp öpülür bunları bilmiyorum ki. Mahvoluyorum... Bazen her şey yolunda gidecekmiş gibi oluyor, ertesi gün ise ufak bir olay bütün umutlarımı yıkıyor, cesaretimi parçalıyor, özgüvenimi yerle bir ediyor.
   Bugün sabah kalktığımda -belki sana komik gelebilir sevgili hiç okumayacak okuyucum ama- Instagram hikayelerimi tekrar izledim ve insanların nasıl tepki vermiş olabileceklerini düşündüm. Bu kesinlikle bağımlılık seviyesin sosyal medya kullanıcılığının yan etkilerinden biri veya "insanlar benim hakkımda ne düşünüyor?" paranoyası değil. Sadece küçük bir merak ki olumlu tepkiler mutlu etsin ve sikime takmayacağım olumsuz tepkilerin de varlığından haberdar olayım diye. Dün 199 olan takipçim bugün 198 olmuştu ki artmasını beklerken. Garip bir şekilde analiz uygulamasını baktım kimi kaybetmişim diye ve şaşırdım. Dün bahsettiğim Kadıköy'de buluşmayı ve benden hoşlandığını düşündüğüm kızı kaybetmişim. Çok garip ve çok ironikti benim için. Hani banko maç yatmış, dopingli at sonuncu gelmiş gibiydi. Anlık bir yıkılmayla ufak bir depresif sürece girdim. Tamam mantıklı ve herkese göre komik olmayabilecek tarzda paylaşımlardı ama önemli olan benim eğlenmiş olmamdı. Ve sonunda bir bahanem ver ben bir oyuncuyum. Yani "niye böyle şeyler yapıyorsun?" diyenlere sunacağım cevabım şu: "ben bir oyuncuyum, oradaki kişilik ben değilim; ben eğleniyorum ve eğlendiriyorum." Bu yaptıklarım belki garip gelmiş olacak ki ona veya belki de çok fazla alakasız paylaşımlarda bulunduğum için benden sıkılmış olacak ki takipten çıkmış diye yorumladım kendi kendime. Belki bunların hiçbiri bir sebep değildir. Ama sadece takipten çıkmamış, kendi takip listesinden de çıkarmış beni. Yani hem ben seni görmeyeyim hem de sen beni görme demiş. Bunun sebebini gerçekten merak ediyorum. Ne yapmış olabilirim acaba diye. Aslında çok da büyük bir olay değil bu ama dün güzel geçmeye başlayan günümü mahvetti. İlişki yaşama beklentileri içinde olduğum kız bi anda hayatında çıkardı beni bu yüzden fazla yükseldiğim için yere sert düşmüş oldum.
   Evde böylece debelenirken ev arkadaşım geldi eve. Finallerden bütlere kadar evi yakın olduğu için gittiği Ankara'dan dönmüştü. Bir sürpriz yaptı bana. Ben evde otururken evde sesler gelmeye başlayınca, hemen üstümü giyip odamın dışına bakınca onu gördüm. Biraz muhabbet ettik sonra da ayrı odalarımıza geçtik. Ben biraz sonra dışarı çıkarız falan dedim ona sonra Batu aradı ve A.....r ile beraber dördümüz okey oynamaya geçtik. Aslında hala bu kızdan pozitif sinyaller alıyorum ama bir türlü muhabbete giremiyoruz. Hani dostane de yaklaşıyor olabilir, hoşlanıyor da olabilir; bilemiyorum. İşte bu muallaklar mahvediyor ya insanı... Eveeeeet, sevgili hiç okumayacak okuyucum; böyle durumlarda ne yapıyorduk, siktir edip nolucaksa olsun diyip karşısına geçip söylüyorduk. Şimdi buradan kendime sesleniyorum. Ara tatile girene kadar yani uçağa binene kadar gidip bu kızla bizaat araya kimseyi sokmadan konuşacaksın ve "senden hoşlanıyorum" diyeceksin. Nolucaksa olsun. Artık nasıl bir araya gelirsin bilmem. İstersen önce Instagram'dan konuş ve "sana bir şey söylemem lazım" de. Ama bu korkutucu olabilir. Neyse yap bir şekilde işte. Git ve söyle. Buradan da kontrol edeceğim seni. Yapmazsan çok büyük psikolojik sınavlardan geçeceksin ona göre. Bunda da reddedilirsen siktir et. İçin alev alev yanacak biraz ama siktir et, nasıl olsa bi daha göremeyeceksin bu kızı istemezsen. Utanacak bir şey yok.
   Finallerden sonra koskoca 10 gün geçti ve ben bir gün bile sınava çalışmadım. Bugün son gün ve şimdi sabaha kadar çalışacağım umutsuzca. Ne yapalım, istemediğin bir şey olunca böyle oluyor. Ve bugün bir söz duydum belki de dün bilemiyorum, o da şu: "akşam yatarken aklındaki iş neyse sabah yaptığın o olsun." Bu yüzden ben hayallerimin peşinden koşup müzisyen olacağım. Bunu da burada açıkça ilk defa yazıyorum. Hep müzikle uğraşacağım yok işte şarkı söyleceğim diye geçiştiriyordum. Bugün burada açıkça söylüyorum ki sevgili hiç okumayacak okuyucum: " BEN MÜZİSYEN OLACAĞIM!"

18 Ocak 2020 Cumartesi

güzel bir gündü

   Bugün yine 11 civarı kalktım. Hemencecik çayımı koyup, tostumu yapıp İlişki Testi izlemeye koyuldum tabiki. Günün en sevdiğim partı bu galiba. Ama keşke erken kalkıp yapabilsem bunu, hem Ayça Şen ile Toni Drosa'nın radyo yayınını da kaçırıyorum. Bu alışkanlıkları yeni kazandım. Ve aşırı sevdim hayatın bu yönünü. Hem daha entel hissettiriyor insana ki bence hissettirmeli de. Tam burada beni birçok şey ile tanıştırdığı için sevgili ev arkadaşıma teşekkür ediyorum. Uzun zaman sonra yeni bir Türk dizisi ilginmi çekti ve onu izlemeye başladım. Adı "Tutunamayanlar". En son izlediğim dizi Kiraz Mevsimi idi yani bu demek oluyor ki 6 yıldır Türk dizisi izlemiyorum. İyi denk geldi, bakalım iyi devam eder umarım.
   Sonrasında biraz zaman geçti, bulaşıkları yıkadım, traş oldum ve duş aldım. Duş alınca bi rahatlayıp ferahladım da... Duştan çıkınca aklıma daha önce Ahmet Elbistanlı'nın çektiği Godfather vine serisini çekmek geldi. Malatya,Diyarbakır ve Ankara'yı çektim. Akşam story de gelen isteğe göre de Konya'yı çektim. Neyse ona geleceğiz. Videoları çektikten sonra Maleficent'ın ikinci filmini izlemeye başladım. Güzel filmdi. Çocuklara yönelik bir film olduğunu düşünenler var ama ben ilk filmini de çok sevdiğim gibi bunu da çok sevdim. Disney filmlerinin sevdiğim bir yönü var. Filmler de bir tek problem olmuyor. Tam "bu problem çözüldü şimdi güzel bir final yaparlar." diyorsun ama yenisi çıkıyor ortaya. Akışı da bozmuyorlar her şey çok düzenli işliyor. Pixar ile ortak yapımlarında da böyle. Bence çok iyi iş çıkarıyorlar.
   Film bitince biraz daha takıldım ve boş zaman harcadım. Bu hafta full bütlere çalışmam gerekirken sürekli erteleyerek boş zaman geçirdim. Ama şu andan tam 32 saat sonra girmem gereken nefret ettiğim dersin sınavı var ve ben hiç çalışmadım. Hatta finallere çalışırkenki öğrendiklerimi de unuttum. Neyse ben müzisyen-oyuncu olacağım (umarım).
   Bunların umurumda olmaması lazım. Tam bundan bahsediyorken beni bugün geçen gün instagramda gezerken rastgele oyunculuk için form doldurduğum Bee Menajerlik'ten aradılar. Aradıkları şartlara uyduğumu söylediler ve bana şu an nerede olduğumu sordular. Ben de haftaya İstanbul'a uçacağımı (bak bak uçağa binecek ya havalara bak) ve sonrası için görüşmemin uygunluğunu sordum. Telefondaki Melisa hanım da bana 28'ine randevu ayarladı ve o gün Kadıköy'e görüşmeye gideceğim. Bi an için hayaller kurdum ve bu hayallerimi kendime bir zamanlar Çağatay Ulusoy'un da Recep İvedik 3'te figuran olduğunu söyleyerek güçlendirdim. Hem iyi bir oyunculuk tutturabilirsem sonrasında müziğe yönelik hayallerimi de gerçekleştirebilirim. İçim kıpır kıpır oldu ama fazla heyecanlanmamam lazım. Çünkü beni özel kılan bir şey yok şimdilik ve beni boyuma, kiloma ve yaşıma göre çağırdılar. Orada kendimi gösterirsem falan diye konuşuyorum ama işim Fatma'nınki gibi de olabilir. 3 saniye arkada gözükür kaçarım ve bunun için saatler harcamış olurum. Ama olsun set ortamını görmüş olurum ve güzel bir macera güzel bir gün olur benim için. Hem Kadıköy'e gitmek ce arkadaşlarımla buluşmak için bahane olur benim için. Hem orada arkadaşlarıma oyunculuk görüşmesi için çağırdılar derim ve Belgin ile görüşürüm. Belgin de beni beğendiğim ve beni beğenen arkadaşıyla tanıştırır. Bir şeyler bir şeyler işte...
   Sonrasında dışarı çıktım ve Charlot Cafêye yöneldim. Ama yine kapalıydı. Caddeden uzak oldukları ve zaten çok az müşterileri olduğu için kapatmışlar ara tatil sürecinde sanırım. Ben de cebimde kitabımla Yemen Kahvesi'ne geçtim. İçeride elektronik şöminenin yanına oturdum ama orada rahat edemediğim için masamın fotoğrafını çektim, storyde "şehirlere göre Godfather" videosu için istek storymi paylaştım ve başka masaya geçtim. Kitabımı okumaya başlamıştım ki lise arkadaşım Ali Vatan ve Küto görüntülü aradılar beni. Biraz onlarla konuştum. Geçen geceki storylerdeki şarkı eventimi beğenmiş olacaklar ki hemen "şarkı söyle" dediler bana. Ben de cafêde olduğumu eve geçinc söyleyeceğimi söyledim. Biraz muhabbet ettik ve Ali Vatan'dan pazar günü beni Sabiha Gökçen'de karşılamasını istedim. O da bana o gün sınavının olmadığını ve işi olmazsa karşılayabileceğini söyledi. Ben de "sana kalmış tabiki, gelemezsen darılmam" dedim. Stefan Zweig'ın Gömülü Şamdan'ını okudum biraz ve çayımın son damlasını yudumlayıp sigaramın son fırtını çekip hesabı ödeyip evime geçtim. Çok yakın zaten 30 metre falan. Kulaklık bile takmadım. Eve geçince Godfathetr videolarını paylaştım ve birkaç story daha çektim. Sürekli storylerden bahsetmemin sebebi bu tür özgüveni yeni kazanmış olmam. Yine güzel tepkiler geldi ve ben mutlu oldum. Eski lise arkadaşımla konuştum. O da benim şu aralar olduğum gibi story manyağı. Ama o bu özgüven şeysini çoktan aştığı için bayağı saçma videolar çekiyor. Neyse yukarıda bahsettiğim gibi en sonda yönetmenim Semahat isteği üzerine Konya için Godfather videosu çektim ve bunu finalledim. Sonrasında ise birkaç istek geldi ama bakamadım. Bunun üzerine tabi sürekli kusura bakma tarzı şeyler yazdım insanlara. Bu arada bana bayadır Insta'dan yürüyen ve zorla yüzünü görebildiğim Ayşe isimli tanımadığım takipçim de yazdı bir şeyler. Ben de ona nazar değmesin diye kimseye söylemedim diyerek oyunculuk görüşmesi randevusundan bahsettim. Zaten beni tanımadığı için umutlarım yıkıldığında utanmam ondan. En azından içimde kalmadı işte, çatlardım yoksa sevgili hiç okumayacak okuyucum.
   Eveeet, geldik yine final şeysine. Şimdi bir kahve içtiğime göre bunları yazarken uykum açılmıştır biraz. Şimdi en iyisi bir indomie yapayım da o olana kadar yarım saat ders notlarına bakayım bari. Biraz önce de döner sipariş etmiştim ama yapalım mına koim nolucaksa. Hadi canım sevgili hiç okumayacak okuyucum, görüşürüüüüüüz....

17 Ocak 2020 Cuma

dengeyi sağlamak senin elinde

   Bugün sabah 11'de kendi kendime kalktım. Gece kurduğum 5 alarm işe yaramamıştı çünkü telefonunumun şarjı bitmişti. Neyse ki uyanmak istediğim saatte uyandım ve dün bahsettiğim matematik final sınavımın incelenmesi için hocanın yanına gittim. Yaklaşık 1 saat bekledim ve sonunda hoca geldi. Biraz gergindi çünkü eski kasa toyota corollasının yolda kayışı kopmuş. Bir de onunla uğraşmış. Normalde belki bugün gelmeyecekti ama benim mailim üzerine geldi. Bu yüzden bir sıfır geride başladım olaya. Odasına gittik, benim kağıdımı eline aldı ve gerçekten de 02 yazıyordu kağıtta iyice üzüldüm ve içim titreye titreye kağıda baktım. Hoca eline alıp incelemeye başladı kağıdı ve hatalarımı teker teker yüzüme vurdu. Ben orada ona karşı çaresizce savunma yaparken bir taraftan da asistanı denen dalyarak hocayı yalayarak benim hatalarımı yüzüme vuruyordu. Yok şöyle olacak yok böyle olacak, evet haklısınız hocamlar, tabiki hocamlar falan. O an orada hoca olmasaydı kafa göz dalıp anasını sikecektim de o elemanın. Çok sinirlendim ve mecbur çıtımı çıkarmadan tıpış tıpış oradan ayrıldım. Bir taraftandan da kendime bugünlerin kısa bir süre sonunda umurumda olmayacağı yönünde kısa teselli sufleleri  vererek, sigara dumanımı acıyla içime çekerek ring durağının yolunu tuttum.
   Ben buraya geldiğimde ilk tanıştığım çocukla bir süre önce aramız açıldı. Ben onun kendini beğenmişliğinden vesaire nefret ettiğimden arayı açtım. Geçenlerde de İstanbul'a giden arkadaşım bana nefret edip de kaldığım dersin notlarını verdi ve sonrasında "o çocuğa cuma günü ver bu notları" dedi. Dün gece çocukla aramızda geçen konuşmada ben ona bugün verecektim. Ama çocuğu bi görsen sevgili hiç okumayacak okuyucum bana diklenerek, emirvâki konuşuyor whatsapp'ta falan. Ben de kendi kendime piçlik planları yaptım. Çekirdeğini çayını al gel bekliyorum.
   Ringe binip eve geldiğimde o çocuğa mesaj attım ve kütüphanede onu beklediğimi acele etmezse Ankara'ya gitmeden beni yakalayamayacağını söyledim. Biraz zoruna gitti tabiki. "Ben senin ayakçın mıyım?" falan yazdı ama nasıl kuduruyor. Ben de bir taraftan takmayıp sürekli acele etmesini söylüyorum. Halbuki evde Bim'den cuma namazı paydosu öncesi kamulaştırdığım hindi etimi pişiriyorum. Nasıl eğleniyorum ama. Çocuk tam bahsettiğim yere geldi ve nerede olduğumu sorunca ben de yalandan kusura bakmamasını ve arabaya binip çoktan yola çıktığımı söyledim. O iyice çıldırdı ve sonrasında hiç cevap vermedim. (Sonradan öğrendim ki ben ona mesaj yazarken o bahsettiğim Ankara durağındaymış zaten ve oradakiler "çocuk seni kandırmış" diye bununla dalga geçmişler baya. Ohh içimin yağları eridi valla 3 kilo verdim :D)
   Bak sevgili hiç  okumayacak okuyucum, ben kötü bir insan değilim. Bu çocuk bu yaptıklarımın katbe katını hak ediyordu emin ol. Hem ben de benimle konuşma tarzına karşı intikam aldım ve aşırı eğlendim. Bu muhabbetlerden sonra hindi ekmek arasımı yaptım, çayımı koydum masama ve İlişki Testi'ni izledim. Sonrasında da eksik kalan uykumu tamamladım.
   Uyumadan önce bizim Myanmarlı arkadaşı takılmak ve sınavlar konusunda konuşmak için aramıştım. O da beni 14:30 civarı arayarak uyandırdı. Ben de hazır uyanmışken biraz takıldım ve yine bi şeyler tıkınıp sigara içtim. Akşama doğru Myanmarlı arkadaş geldi bir cafêye gittik. Orada birer çay içip benim için İstanbul'a uçak bileti aldık. Hayatımda ilk defa uçağa bineceğim için aşırı heyecanlıyım şu an, içim kıpır kıpır sürekli. Bunu sürekli hatırlatacağım kendime.
   Bu cafêden çıkıp benim birkaç gündür gittiğim cafêye geçtik orası daha sakin olur ve ucuza nargile içeriz diye. Aksine hem daha kalabalıktı hem de nargile fiyatları aynıydı. Orada bir story atıp bize şarkı söyletmelerini istedim takipçilerimden. Sipariş verdiğimiz nargile de çok gecikince dayanamayıp kalktık. Yolda gelirken bizim Myanmarlı arkadaşı sürekli kola alması konusunda sıkıştırdım. Bu da geçen hafta uçkuruna düşkünlüğünden 3 günde bin lira harcadığı için hiç parası kalmamış bunun. Ben ısrarla "paran vardır senin" derken bi taraftan aniden yere eğildi ve yerde bulduğu 5 lirayı cebine attı şanslı piç ve bana "hadi gel kola alalım" dedi. Beleş parayla konuşmak kolay tabii. Sonrasında eve geçtik ben kanatları pişirmeye koyuldum Bi paket 3-4 gündür dolapta durup bozulmuş yine buraya ilk blogumu yazdığım gün olduğu gibi. Çok kötü koktuğu için hayvanlara verilmek üzere poşete koyduk.
   Baktığımda attığım storyye birkaç cevap gelmişti. Ben de fake hesaptan kendi istediğim birkaç şarkıyı yazıp, dilenci mendili psikolojisi uyguladım insanlara. Baktılar ki ben istek parçaları okuyorum. Bunlar da kendi istediklerini yazdılar. Gece boyu mesajların gelmeye devam ettiği sırada biz de Esaretin Bedeli filmini seyrediyorduk. Yeterince mesaj geldi ve ben başladım şarkıları söylemeye. Sürekli olumlu tepkiler geldi, bi taraftan istek parçaları bir taraftan da benim yem parçaları söyledim ve sonunda başım ağrımaya başladı. Bu serüveni de benim yem attığım son muhteşem bir parça ile bitirdim.
   Yani özetle sabah baya üzüldüm akşamına çok mutluydum. Bir denge kurmak önemli. Bu dengeyi sağlamak da hep benim elimde. Öyle her şeyi kafaya takmıycaksın abi. Şimdi ben bu serüveni bitirdim de bu yazıyı nası bitiricem? Neyse sevgili hiç okumayacak okuyucum, muhteşem bir parçayla bitirelim o zaman...

16 Ocak 2020 Perşembe

şikayet ettiğim biçimde yaşıyorum

   Dün gece Enes'le sabahladık. Bu yüzden bugün saat 11'de kalktım. Tostumu yapıp, çayımı içip bir taraftan da İlişki Testi'ni izledim. Sonra biraz daha  uyudum ve 4'te kalkıp fakülteye gittim. Çünkü gece, açıklanan matematik finalinin not girişinde bir hata olduğunu düşündüm. Matematik hocası için fakülteye gittiğimde bizim bölüm sekreteri Mehmet abi ile konuştum o da bana onun fakültesine gitmemi söyledi. Zamanında bana çok yardımcı oldu sağ olsun. Bu arada biraz muhabbet ettik Mehmet abi ile. Bana bir bardak su verdi kafasına diktiği damacanasından doldurup. Öyle de gönlü boıl biridir. Biz onunla konuşurken iki kız girdi içeriye. Ben konuşurken beni izliyolar tabii. Ya yine tüm gözler üzerimde, yine süperim stop.
   Eve geçtim biraz tıkınayım dedim. Ring sıklığı azaldığı için yürüyerek gitmiştim. Yorulduğum için birazcık acıkmıştım tabii. Ben öncesinde eve gelirken Bim'e girip piliç burger ve kola almıştım. Tabi bi de trileçe kamulaştırdım. Bu seferki garipti biraz ama trileçe çok lezzetliydi. Bu arada geçen gece Enes ile muhabbet ederken Şok'tan kamulaştırdığım kahveli CocaCola patladı buzlukta. Gürültüsünü duyduğumda biri kapıya buzdolabı çarpmış gibi hissettim ama anlam verememiştim. Enes de nasıl soğukkanlıysa hiç tepki vermedi pezo :) Neyse... Eve geldim işte o burgeri ev arkadaşım taktiğiyle kaşarla tost yaptım, arasına da ranch sos sıktım. 4 çeyrek ekmek vardı diğer ekmeklerden kalma, bu yüzden baya bi doydum. Yanında da kola içtiğim için çok şiştim. Hemen yatağa uzanıp tekrar uykuya daldım. Bi koaladan farkım yok, yiyip içip sıçıp yatıyorum. Nefret ederim bu hayat biçiminden ama hayat enerjim şu aralar. Bütler o kadar zoruma gidiyor ki, bir taraftan da çok çalıştığım bu matematik sınavından "gerçekten mi o hatalı olduğunu düşündüğüm notu aldım acaba" diye düşündüğümden dolayı bütün moralim yerlerde. Şu bütler bi geçse de eve gitsem artık ya. Yıllar sonra bugünkü dertlerimi umursuyor olmayacağımı kendimi hatırlatmayı alışkanlık haline getirdiğim için, sadece anı mahvediyor bu düşünceler; neyse ki uzun süreli bir üzüntü yaşatmıyor stop.
   Bu kez de 8'de uyandım. Kalkıp çamaşırları astım; bulaşıkları yıkadım çok nizami bir şekilde ve eski bulaşık materyallerini çöpe attım. Daha önce bahsettiğim tiyatro ekibimizin isim değişikliği konusunu bir de Melike ile konuşmak istedim. Çünkü onun arkasından konuşmaları hiç hoşuma gitmiyordu, Melike'yi seviyordum iyi biriydi. Hatta ekipte en yakın hissettiğim oydu. Bir de bu konuşanlar bir zamanlar Melike ile sarmaş dolaş olan isimlerdi. Bu iki yüzlülükleri benim bile zoruma gittiğinden oturduğum yerde "acaba benzer bi olay yaşayıp ben de çıksam benim de mi arkamdan böyle konuşacaklar" düşündüm durdum. Melike storysinde yeni ekibimize başarılar diledi, ben de cevap verip rica ettim ve onunla konuşma başlattım. Daha sonra aradı beni ve 2 saate yakın telefonda konuştuk. Olayın tüm detaylarını onun gözünden, ki bana göre doğru açıdan görmüş oldum. Melike'nin anlattıklarının doğru olduğunu düşünüyorum çünkü hem iki yüzlülüklerine, hem de samimiyetsizliklerine bizzat şahit oldum. Melike ile hızlıca konuşuruz diye düşündüğüm için günlük rutinlerime hazırlanıyordum ben de. Onunla konuştuktan sonra egzersizimi yapıp cafêye gidip kitabımı okuyacaktım. Ama saat 1'e kadar konuştuğumuz için yalan oldu hepsi. Neyse yine uykusuz ve dengesiz bir şekilde sana olanları yazdım sevgili hiç okumayacak okuyucum. Kendine iyi bak stop.

15 Ocak 2020 Çarşamba

olur da yazamazsam

   Bugün bu şehre ilk geldiğimde tanıştığım ve buradaki ilk arkadaşım evime gelecek. Bu yüzden sabaha kadar muhabbet edebiliriz diye yazıyı şimdiden yazıyorum ki arada kaynamasın. "Enes, sen bi dur da ben iki kelam bir şey yazayım" diyemem. Ya da "kanka iki dakika sus da şurada bir şeyler okuyayım" da diyemeyeceğim için günlük kitap okum rutinimi de aradan çıkaracağım o gelmeden. Naptın ne ettin diye de sormadım ama onun gelecek olması da bana bahane oldu. Gittim çamaşırları attım makineye sonra da elektrikli süpürgeyi yönetimden alıp eve getirdim evi süpüreceğim market alışverişimi yaptıktan sonra. Şimdi Enes'e yemek sözü vermiş oldum. Ben de yapabileceğim en iyi kombini deneyeceğim: pilav ve tavuk. Tavuğu sabah aldım birazdan da gidip pirinç alacağım Migros'dan. Gitmişken de kamulaştırma yapacağız tabii salam ve kaşar da bitti.
   Bu şehre ilk geldiğimde kayıt için yurda gitmiştim. Vesikalık fotoğraf istediler ben de valizmi bırakıp çektirmeye gittim. Sabah erken indiğim için bu şehre zaten mahallede iki tane olan fotoğrafçının ikisi de kapalıydı. Ben de "kahvaltı yapayım o zaman açılana kadar" diye düşünüp gözümü kestirebileceğim en ucuz yere yöneldim. O sırada ben poğaçamı ısırıp çayımı yudumlarken yan masama Enes geldi ve "self servis mi" diye sordu. Ben de "evet" dedim. Sonrasında da ben üniversite ve şehirle alakalı meraklı sorularımı yönetebileceğim birini bulduğumu düşündüğüm için muhabbete girdim ve sonunda masaları birleştirdik. O sırada bana Wushu yaptığını anlattı ve ikinci sınıf olduğunu söyledi. Ben de aklıma takılan birçok şeyi sordum ona. Sonrasında sıra hesap ödemeye geldi. Ben de muhabbetimizin devamı olsun diye "bu seferlik ben ödeyeyim" dedim. Adam pos makinesine sadece benim yediğim miktarı girdi. Ben de bozuntuya vermedim ve yalandan da olsa ikimizinkini de ödemiş oldum. Absürt tanımlayacak olursam beleşe arkadaşlık başlattım. Ama sonuçta niyet önemli değil mi, ben ödemeyi kafama koymuştum. Zaten ne tutabilirdi ki en fazla.
    Daha sonra Enes'in telefonunu aldım ve tekrar görüşmeye sözleştik. Sonrasında ben onun evine gittim birkaç kez sabahladık. Kitaplar ve inançlar hakkında konuştuk. Ben ona aşkımı açtım falan. Aramızda hızl bir güven bağı oluştu kolay kırılabilecek cinsten ama ben asla bu zaafı kullanmayı tercih etmedim ki Enes'in de öyle biri olmadığını hissetmiştim nedense. Bu güven sonucu Enes Ankara'ya gittiği birkaç sefer de bana evinin anahtarını verdi ben de onun evinde takıldım birkaç gün. Komik birkaç şeyde oldu mesela apartmanın dış kapısı parmak iziyle açıldığı için ben birkaç zaman dışarda ve içeride kaldım. O küçük 1+0 daire de tek başıma ağladığım da oldu ama bunu sana daha önce bahsetmiştim sanırım sevgili hiç okumayacak okuyucum.
   Şimdi ben kafamda 8 civarı yemeğe davet ederim diye kurduğum için planımı, benim gidip alışveriş yapmam, evi süpürmem ve bulaşıkları yıkayıp yemek hazırlıklarına başlamam lazım. Bugünkü vazifemizi de yerine getidiğimize göre sonra görüşürüz sevgili hiç okumayacak okuyucum.

14 Ocak 2020 Salı

öksürmek

   Öksürmem normalleşti artık bana. Öksürmenin bi anormalliği olamaz ondan bahsetmiyorum, gerçi hayvan gibi öksürebilirsin bu anormal olur ama cidden bundan bahsetmiyorum. Hayatımda şu sıralar öksürmediğim bir gün olmadığı için günde 20-30 kez öksürmem dahi normal geliyor artık bundan bahsediyorum.
   Eğer bir gün sigarayı bırakırsam geriye dönüp bu satırlarlarla zihnimi tazelemek istiyorum. Belki öksürmediğim bir 24 saatin huzurunu yaşamış olduğum mutlulukla yastığa başımı koyduğum günler de olacaktır, kim bilir. Şey ya... sen şu 21 gün olayını bir denesene. Hani insan 21 gün tekrarladığı her boka alışıyormuş ya, bi denesene işte onu. Ama sırf çürütmek için. 21 gün boyunca sigara içme, hedef güne de "yak bi sigara" isimli alarm kur, sırf piçliğine. Dene bunu bak, harbi...

bomboş bir gün

   Dün gece iki postada bitirmeyi planladığım şarabın tamamını içmişim. Kafayı yedim iyice, benim alkolik olmamam lazım. Zaten bir şeylere çok çabuk bağlanıyorum. Sadece sevgiye değil her şeye açlığım var. Ben de alışılagelmişliğin dışında bir dengesizlik var.
   Dün gece sabaha yakın 5 gibi uyudum. Aslında uyuyakaldım, bilinçdışı yaptığım bir eylemdi bu, sanki her şeyi bilinçli yapıyormuşum gibi konuşuyorum... Neyse, sabah kalktım, tostumu yaptım, çayımı demledim ve İlişki Testi'ni izlemeye koyuldum. Biraz sonra, erken kalkmış olacağım ki, terkar uykum geldi ve uyudum. Bu kez saat 17'de kalktım. Üç sınavdan büte kaldım. Arkadaşlarım ya Ankara'da oturduğu için "nasıl olsa yakın, gelirim" kafasıyla evlerine gittiler ya da bütleri olmadığı için evlerine gittiler. Bense gidemedim. Yalnız kaldım bu şehirde. Öyle ki artık yakın olmadığım arkadaşlarımı falan eve çağırıyorum. Hem biraz muhabbet ederiz diye hem de sınavlar konusunda tüyo alayım da geçeyim diye. Bugün benim gibi İstanbul'da yaşayan bir arkadaşım geldi eve, o da bugün biletini almış valiziyle geldi bana. Biraz muhabbet ettik, dışarıda bi hamburger gömdük, o da otogara gitti. Nasıl koydu bana biliyor musun ey sevgili hiç okumayacak okuyucum... Aslında çok koymadı. Bana "sen zamanında değerlendirdin derslere girmediğin boş zamanları, ben şimdi değerlendiriyorum." dedi kıskanç bir şekilde. Sanki çok bok yemişim gibi dedi bi de. Dışarıdan çok mu cool görünüyorum olum ben bu ne böyle?
   Sonrasında zaten onu yolcu ettim ve saat 11 oldu. Tütüncüye gittim erken kapatmıştı ve şimdi mecburiyetten tekel sigaralarımı içiyorum. Bu da koyuyor. Bir taraftan da çamaşırlarımı yıkayamayıp bugün gitarı elime alamadım o ayrı koyuyor. Gelen geçen koyuyor bana yalnız olunca. Sen şimdi bana "derdini gamını sikeyim" diyeceksin sevgili hiç okumayacak okuyucum, haklısın; de valla.
   Eve geldiğimde Whatsapp'a baktım, bizim tiyatro ekibinde çok farklı olaylar olmuş, belli sebeplerden dolayı yeni bir isim arayışına girdik ekibimize. Her kafadan farklı bir ses çıktığından ve genelde komik olmaya çalışan çirkin erkek antisempatisi vakalarından mütevellit birçok saçma isim önerisi havada uçuştu. Ben de sıkıldım bu muhabbetten ve günlük egzersizimi yapıp kitabımı cebime koydum ve cafêye gittim. Yarım saat civarı kitap okudum, çayımı içtim kalktım. Bu aralarda Stefan Zweig serisi aldığım için hep onu okuyorum. Adamın üslubu içime işledi mınakoim.
   Evime döndüm ve cafêdeyken karar kıldığım ve sırf "benim babamın siki kutu kola gibidir." repliğini canlı akış içerisinde duymak için "Ölümlü Dünya" filmini izlemeye başladım ve bitirdim. Daha da anlatacak bir şey yok. Yataktan kalkıp yazıyorum bu yazıyı az kalsın unutuyordum yine. Evde de içecek hiçbir şey kalmadı bergamotlu çay içiyorum. Yarın alışverişe gideyim de hem gerekli şeyleri alayım hem de kamulaştırma yapayım biraz. Final cümleleri aklımda şekillenmediği için şöyle nokta koymak istiyorum vaazıma sayın sevgili hiç dinlemeyecek cemaatim:
Anadolu tat binyetmişbir binyetmişbir binyetmişbir...

13 Ocak 2020 Pazartesi

biraz uzun yazcam

   Kadehimdeki şarabın son damlalarını yudumlayarak ve bir taraftan Çağan Şengül dinlerken başlıyorum günlük yazımın ilk satırlarına. Bugüne kadar bunları kimsenin okuyumayacağının rahatlığı içerisinde detaylıca ve dürüstçe yazıyordum bunları ama bir an, her an ölme ihtimalimin olmasını ve ev arkadaşımın bilgisayarımın şifresini biliyor olduğunu hatırladım. Yine aynı rahatlıkla yazıyorum ama bir taraftan da babamın bu satırları okuyuşu gözümün önüne geliyor. Gerçekten okumasını isterdim ama... Babamı bu satırları veya herhangi bir şeyi okumasını görmek için bir an için ölümümü normalleştirdim aklımda ya... Milletin babası Cyrano de Bergerac'ı biliyor bizimkisi ise... Neyse ya babamı seviyorum galiba her şeye rağmen. Ne yapıyodur acaba şu an arasam mı? Dur neysre saçmalamaya başladım yine belki gece vardiyasında değildir bugün bu saatte uyandırmak da çok ağır saçma olur. Keşke annemle bugün Aşti'de konuşurken sorsaydım ne yapıyor ne ediyor diye. Yine alakasız şeylerden bahsediyorum sana sevgili hiç okumayacak okuyucum.
   Zinciri kırdık ya la... Dünkü bi anlık unutkanlığımın ve günün heyecan seviyesinin normalden birazcık fazla olması sebebiyle buraya gelip yazmayı unutttum. Hemen anlatıyorum son 2 günde neler yaşadığımı. Cumartesi günü ev arkadaşım artık sınavları bittiği için eve gitmeye karar verdiğini söyleyip benimle vedalaşmak için yanıma geldi. Ben de canım yatağımdan ve tembelliğimden sıyrılıp kalkıp ona sarıldım. Birden ben de Ankara'ya gitmeye karar verdim. O çok görmek istediğim Araftafaray isimli bara gitmek istedim anlık olarak. Ev arkadaşım anlatmıştı bana orayı. ikimizin de ortak sevdiği rapçi Ezhel'in bir zamanlar müdavimi olduğu bir yermiş orası. Bu yüzden merak ediyordum ve hiç bara gitmemiştim. Evden çıkıp Batu'yla buluştuk ve bilardo oynadık. O gün ev arkadaşımın bilardo oynarken çektiği fotoğrafı daha bugün story de paylaştım. O gün beğenmemiştim nedense. Sonrasında Zilli Öküz'e burger yemeye gittik. Ben orada ev arkadaşımın şarj aletini kullandım. Bu sırada ise bütlerin sonuçları nasıl etkilediğini falan konuştuk. Sonrasında ise yemeğimizi bitirip Batu ile vedalaşıp otostop çekmek için anayola çıktık. Biraz bekledikten sonra Qashqai durdu. Onlar bizi Kızılay'a kadar bıraktı. Bizde oradan Araftafaray'a geçip birer fıçı 50 cc Tuborg bira sipariş verdik. Bu sırada ev arkadaşıma A.....r konusunda nasıl düşündüğünü sordum. O da Batu'yla konuştuğunu, Batu'nun A.....r'a onun hislerini anlattığını ve A.....r'un ev arkadaşımın kendisine hiç açılmamasını Batu'dan istediğini söyledi. Ben de hiç lafı dolandırmadan "sıra bana geldi o zaman dostum, biliyorsun sen de, onu bana yürüken gördün" dedim. O da bi şey söylemek istemediğini söyledi ve bu konu böylece kapandı. Biraz daha oturup başka şeylerden konuşup kalktık bardan ayrıldık. Daha sonra beni çiğköfteci Pala Dayı'nın oraya bırakıp eve gitti. Ben de çiğköftemi yedikten sonra ATM'ye akbil için nakit çekmeye gittim. Bi taraftan da son 6 aydır kendimi yakışıklı hissettiğimden dolayı beni herkesin kestğini düşünüyordum. Gerçekten de öyle ama herkes birkaç saniye bakıp öyle kafasını başka yere çeviriyor ve göz göze geldiğimde gözlerini kaçırıyorlar. ATM'den paramı çekip Bağlum otobüsüne binip kuzenimin evine doğru yola çıktım.
   Kuzenimin evine vardığımda yemek hazırdı, et yapmıştı bana. Bir şekilde vakit geçti ve akşamın doğru onun halası Gönül Halalara geçtik (İlginç bi şekilde ben de hala diyorum. Bahsettiğine göre annemlerle akrabalarmış). Orada Almanya'dan gelen ve kuzenim kuzeni olan Fatma'da vardı. Fatma bi dizide rol almak için gelmiş ve birkaç saniyelik kamera süresine sahip olduğu için o günkü çekimden pişmanlıkla dönmüş eve. Bizde onunla biraz dalga geçtik. Bu arada sofrada lokma vardı. O süslenmiş lokmayı hep merak etmiştim ama hiç yememiştim, o masada ilk defa tatmış oldum. Lokmaları yerken bi taraftan da kafamda Volkan Öge'nin şarkısı çalıyordu. Popüler kültürün köpeği olmuştuk ama parasını ben ödememiştim yani sorun yoktu. O geceki muhabbet çok sardı, bir taraftan da Gönül Hala'nın LM'leri içtiğim için keyifli bir geceydi. Oradan kuzenimin evine geçtik ve benim de hemen zincirini kırmaman gereken hedefler geldi aklıma. Bunlardan biri de burada yazmaktı. Şarjıma baktım ve hemen bloguma girip "şarjım bitmek üzere" başlığını attım. O gece sevdiğim ve kendimi benzettiğim abimiz Doğu Demirkol'un Tutunamayanlar dizisini ilk bölümü izleyip uyudum.
   Ertesi gün saat 12 gibi uyandım. Dün gece Gönül Hala'dan aldığım waffle sözü de aklımdaydı bir taraftan. Tüm gün onu bekledim ama hiç belli etmedim. Şarjım da yoktu ben de bi cafê bulmuştum şarjımı doldurabileceğim, o cafêye girttim şarjımı doldurmak için ve biraz gazete okudum. Şarjım idare edecek kadar olmuştu. Akşamında yine Gönül Halalara gittim. Kuzenim gelmedi ama kocası izin vermediği için. Kocası dışarıda waffle yemesini uygun görmemişti. Biz de eve söyleyeceğimiz için onu çağırmak için tekrar gittim. Eve vardığımda kuzenimin yeğenimle aynı yaşta olan oğlu uyandı, buna tepki olarak kocası bağırdı falan... Bu yüzden o gelemedi. Bunun dedikodusunu yaptık biraz ben geri döndüğümde. Ben waffle'ımı yedim ve Fatma waffle'ı story atıp beni etiketledi. Ben de onu hikayemde paylaştım. Eve döndüm Tutunamayanlar'ın ilk bölümü yine aynı kanaldaydı, biraz onu izledim, biraz ÇGHB2' nin yılbaşı özel bölümünü izledim ve sonrasında uyudum.
   Ertesi sabah kahvaltımı yapıp evime doğru  yola çıktım. Yoldayken Berkay dün gece storysini paylaştığım Fatma ile bir arada oluşumu garipsemiş olacak ki hemen bana kim olduğunu sordu. Ben de fazla açıklamadım. Kuzenimin kuzeni olduğunu söyleyip açıklayacak kadar efor sarfetmek istemediğim için kız arkadaşım zannetti Fatma'yı, salak. Otobüs yolculuğum bitti. Ben de Kızılay'da inip 3 tane sweatshirt aldım. Toplam 45 lira tuttu. Daha sonra metroya binmek için Kızılay AVM'nin önüne gelip bir sigara yaktım. Bu sırada bir seyyar çaycı geldi ve uzun uğraşlar sonucu onun elinden 3 liraya çay içtim. Neyse ki çay iyiydi de verdiğim paraya acımadım. Sonra AVM'ye girip tuvaletimi yaptım ve sonrasında AŞTİ'ye gitmek için metroya bindim. Yine tüm gözler üzerimdeydi be... Müthişim ben çok yakışıklıyım :D
   AŞTİ'den bilet almış aracımın kalkmasını beklerken annem aradı ve onunla konuştum. Ona dert anlattım biraz ve yola çıkmak için aracıma geçtim. Telefonumu da güç tasarrufu moduna aldım da müzik dinleyebildim yolda. Sonunda evimin olduğu şehre ulaştım ve Zilli Öküz'e uğradım çünkü unuttuğumuz şarj aletimi almam gerekiyordu. Aldım da...
   Eve geldim hemen bir tost ve Indomie yapıp İlişki Testi izledim. Sonrasında vakitler birbirini kovaladı ben de Migros'a gidip şu an yudumladığım şarabımı aldım ve bi taraftan da Damak çikolataları cebime doldurdum. Sikiyim kapitalizmi, kamulaştırma var olsun... Kanatları da Şok'tan aldım. Eve döndüm. Eve gelince Hatice Hoca aradı beni. Ben de açmadım telefonu. Kendimce trip atıyorum. Keyfi isteyince arayamayacağını öğrensin bakalım. Neyse bundan sonra aldığım sweatshirtleri giyip birkaç story attım. Sonra da kitap okumak için Charlotte Cafê'ye gittim ama kapalıydı. Ben de Hokkabaz Cafê'ye gitttim. Önce kendimi çekip story attım. Bu fotoğrafı çok sevdim ve Instagram ve Whatsapp profil fotoğrafım yaptım. Uzun zamandır aynı profil fotoğrafını kullanıyordum. Bu yüzden de yeni devir başladı benim için. Bu arada lise arkadaşım Belgin'le konuşmuştum buraya gelmeden önce Instagram hikayesine yanıt verip. Insta hikayesinde bi kız vardı ben de güzel bulduğumu falan da söyledim. O da o kızın beni tatlı bulduğunu söyledi daha öncesinde ve bu hoşuma gitti. Bu yüzden bu profil fotoğrafı değişiminin yeni bir başlangıç olmasını güçlendirdi bu olay. Bu fotoğrafı Whatsapp durumumda da paylaştım ki Hatice Hoca onu takmadığımı anlasın. Onu genel anlamda severim ama o sadece canı istediğinde benimle konuşuyor. Oysa ben ona en özel sırrımı, aşkımı anlattım ve onun dertlerini dinleyip psikoloğu olmaya çalıştım. Bu sevgi açlığı öyle bir illet ki şimdi de Belgin'le konuştuğum kıza sardım kafamda. Şu anda bu 2 günde yaşadıklarımı yazıyordum ve kalan son kadeh şarabımı içmek için kendimi bu yazıyı bitirmeye zorluyorum.
   Bir günlük yazamamın nedeni de anlaşıldığını göre o zaman gereksiz bir final yapalım ve etiket olarak da bir zamanlar en sevdiğimi iddia ettiğim şarkıyı bırakalım buraya. Seni seviyorum kendimcim ve seni seviyorum sevgili hiç okumayacak okuyucum. Asla özgüvenini kaybetme ve daha fazlasını kazan. Aklına gelen her şeyi yap, saçma sapan storyler at, anlık kararlar ver ve anı yaşa. İnançsızlığın sınırlarını zorla ve yapmadıklarından ziyade yaptıklarından pişman olmaya bak.!

10 Ocak 2020 Cuma

aşk muhabbettir

Yalnızım bu aralar. Ev arkadaşımdan başka bir arkadaşım yok. Canım sıkıldığında arayıp "hadi dışarı çıkalım" diyebileceğim bir arkadaşım yok bu şehirde. Bu şehir bana güzel bir 3,5 ay yaşattı ama samimi bir arkadaşım yok. Ev arkadaşımın sınıfından samimi arkadaşları var, ben de tanıştım onlarla. Birkaçı kafa tipler, benim sınıfımda böyle insanlar olmadığı için onlarla yakınlık kuramadım. E tiyatrodakiler de mesafeli davranıyorlar bu yüzden pek seçeneğim yok. Bugün yine sabaha kadar çalıştığım sınavdan döndükten sonra eve geldiğimde ev arkadaşım evde yoktu, bu beni üzüyor. Eve geldiğimde en azından onun da evde olmasını istiyorum. O da dışarı çıkamamış olsun da canım sıkıldığında onun odasına gidip arada muhabbet edelim birkaç dakika da olsa. Bu bana yalnız olduğumu anlık da olsa unutturuyor. Aslında onun dışarı çıkmasını istemiyor değilim. Ama keşke ben de onunla gidebilsem. Tamam tanımadığım insanlar da oluyor ama ben de tanışsam. Dışarı çıkmamasını istememin tek sebebi yalnızlığım.
   Ben hep yalnızdım zaten. Kimsenin hiç en iyi arkadaşı olmadım, kimsenin hiç ilk tercihi olmadım. Bir kişi hariç, o da beni aşkım üzerinden psikolojik lince uğrattığı için onu hayatımdan çıkardım. İlk defa bu kadar samimi olduğum birini hayatımdan çıkardım, cesur bir karardı benim için. Ama onun bana uyguladığı psikolojik şiddete daha fazla katlanamazdım. Hem bu bana belli bir raddeye ulaştığımda insanları hayatımdan çıkarabileceğimi öğretti.
   Bugün işte sınavdan döndükten sonra biraz uyumak istedim, bu final haftasındaki sabahladığım her gün olduğu gibi. Ama ne olduysa bir türlü uyuyamadım. Daha sonra TV'yi açıp beklediğim benim lisemin skandal haberininin gelmesini bekledim. Bu sırada ev arkadaşım odama geldi ve benimde tanıyor olduğum arkadaşlarının yanından okey oynamaktan döndüğünü ve şu an da ablasının evine gidiyor olduğunu bu akşam dönemeyebileceğini söyledi. Ben de ona hala orada mı olduklarını sorduğumda beni onayladı. Merak etmemin sebebi hani sürekli buluşmak istediğim A.....r'un orada olduğunu söylemesiydi. Hani yılbaşında "mutlu yıllaaaaaar" yazdığım kız... Ben de hemen Batu'ya okeye dördüncü lazım mı diye sordum o da beni çağırdı. Hemen traş oldum, saçımı taradım, deodorantımı sıktım, nemlendiricimi sürüp koştum onların beni beklediği kafeye. Gittiğimde beni bekliyorlardı dördüncü olarak. A.....r da oradaydı. Hemen ufak bi muhabete girdik ve bütleri konuştuk biraz. Sonrasında oyunun akışı içinde onun da utangaçlığıyla beraber sustuk biraz. Benden gözlerini kaçırıyodu. Aralarında saçma bir muhabbet vardı benim onun karşımda oturan çocukla çıkıyor olduğunu düşünmeme sebep olacak. Hemen bu muhabbete açıklık getirdi ve saçmalığından bahsetti. Açıklama ihtiyacı hissetti herhalde. Yani aslında olur bu iş ama en önemli şey eksik aramızda: muhabbet.
   Ben sevgi eksikliğinden dolayı karşıma çıkan ve bana biraz ilgi gösteren ilk güzel kadınla aramda güzel şeyler olabileceğini hayal etmeye başlıyorum hemen bu aralar. Hatta ikimizi İlişki Testi'nde nasıl tanıştığımızı anlatırken buluyorum düşünce dünyamda. Bunlar hep sevgi eksikliğinden ve acilen bulma isteğimden kaynaklanıyor. Bu arada ise bi kadınla bi erkek arasında ilişkinin devamlılığı için gerekli olan en önemli şeyi, muhabbeti unutuyorum. Bilmem belki muhabbet artar da bir şeyler olur belki, umudu kesmiş değilim.
   Ben Gâye'ye bu sebepten aşık olmuştum. O pek konuşmazdı, ben de sürekli sorularla onu konuşturmaya çalışırdım. Soru sormayı da çok sevdiğimden ve ondan aldığım ilginç dönütlerden dolayı ona sürekli biraz daha bağlanmıştım. Çok hoş çok tatlı kızdı be, keşke sevseydi beni...

9 Ocak 2020 Perşembe

özgüven

   Benim çocukluğum biraz zor geçti. Aslında çok da yakınacağım bi derdim yok ama keşke bilinçli bir aile tarafından yetiştirilseydim. Hayatım boyunca 10'dan fazla öğretmenim bana "keşke senin gibi bi oğlum olsa." veya "keşke sen benim oğlum olsaydın." tarzı şeyler söylediler. 15 yılda sadece birkaç kez o da çağırıldığı için okula gelen babama hep zeki olduğumu, iyi, uslu ve örnek alınması gereken bir çocuk olduğumu söylediler. Böyle bir çocuğun yanlış yetişmesi, birçok doğruyu kendi başına öğrenmeye çalışması bu çocuğu daha güçlü yaptı tabiki. Ama bu çocuğun yıllar boyu varlığından bile habersiz olduğu, bir türlü kendine katamadığı bir huy vardı: özgüven.
   Ben biraz hızlı düşünürüm ya da insanlar yavaş düşünüyorlar bilmiyorum. Bunları yazarken egomdan tamamen bağımsızım çünkü burda sana "sevgili hiç okumayacak" sıfatıyla sesleniyorum okuyucum. Yani olmayan biri üzerinden ego tatmini yapamayacağıma göre oldukça dürüstüm şu an, neyse... İnsanların tepkileri benim için hep önemliydi. Bir şey söyledikten sonra birkaç saniyelik dönüt alma süreci benim için hep sancılı geçmiştir. Birçok insanın esprisine daha bitmeden gülmüşümdür ben ama aynı hızlı tepkileri insanlardan alamadığımdan hep "yanlış bir şey mi yapıyorum acaba?" düşüncesi beni o birkaç saniyelik süreçlerde kıvrandırmıştır.
   Lisenin son yıllarında insanların hakkımda ne düşündüğünü umursamamaya başladım. O zamanlar 130 kiloya yakındım ve bu da umrumda değildi. Sınıfta belki doğru olmasa bile küfürlü konuşabiliyor, ders sırasında bağırarak konuşuyor ve sınıfı güldürmeye çalışıyordum. Ha bu arada ben hep insanlar beni kabul etsin, sevsinler diye hep bi komik olma çabasına girerim. Bu özgüvensizliğin doğurduğu sonuçlardan ama bunu farketmeme rağmen hayatımdan çıkaramadığım tek sonuç. Çünkü komik olmayı ve insanların gülmesini seviyorum. Artık beni kabul etsinler diye değil de sadece komik olmak için yapmaya devam ediyorum bunu.
   Üniversiteye geçmeden önceki mezuniyet senemde bir yılda 40 kg civarında kilo verdim. Bu bendeki özgüveni arttırdı. Artık boydan fotoğraf çekinip kendime bakabiliyor ve bunu insanlarla paylaşabiliyordum. E çevremdekilerinin yorumuna göre artık daha yakışıklıydım da, hep bu lanet yağlar engelliyormuş bu akıl almaz çekiciliği meğersem. Üniversiteye başlayınca tiyatro topluluğuna katıldım ve sahne almaya karar verdim. Artık 10-15 kişinin de olsa önünde çıkıp konuşabiliyor hatta kendimi komik duruma düşürüp rol yapabiliyordum. Bu bende aşması zor bir sınırdı ve ben bunu başardım.
   Tam bugün de Instagram'a komik storyler attım hiç umursamadan uzun süre sonucunda. Önceden şarkı söylerdim ama hep başka bir yerleri veya karanlığı çekerek. Artık kendi yüzüme kamerayı zoom'luyorum ve beni tanıyan 100 kişiye bunu atıyorum. Komik gelebilir ama birçok insanın başaramayıp benim de uzun zaman sonra aştığım bir olay bu. O yüzden yazıyorum bunları sevgili hiç okumayacak okuyucum. Bugünkü dönütlerden sonra da karar verdim. Oyunculuğumu kullanıp komik storyler çekeceğim ve sesim düzelir düzelmez şarkılarımı söyleyip paylaşacağım. Umarım bu süreçte eşlik edecek birisi olur yanımda bana.
   Çok güzel bi 3 ay geçirdim bu üniversitede, birçok şey değişti hayatımda, bugün benim için bir dönüm noktası ve kendimi şunu söylemek istiyorum:
"Asla bu kararından dönme ve yine insanların senin hakkında ne düşündüğünü umursama!"

8 Ocak 2020 Çarşamba

gitme

Belki sana "seni seviyorum" diyemem ama "gitme" derim, sen anla!
Sigaramın dumanına sarsam
Saklasam seni
Gitme, gitme
Gittiğin yollardan dönülmez geri
   Ben aksini yaptım. "Sana aşığım." dedim ama "gitme" diyemedim. Belki sana seni sevdiğimi söylemenin çok zor olduğunu düşünüyordum ama "gitme" demenin imkansızlığını bilemezdim. Senin yanında defalarca dilim tutuldu ama o günün kelimeleri dâhi unutturacağını bilemezdim. Işığının altında çok gözüm kamaştı ama o gün gölgemin bile oluşamayacağını bilemezdim sevgilim.

  "Benim seni sevmemin nasıl bir mucize olduğunu bilmiyorsun. Belki de sıradan ve vasıfsız bir şey gibi görüyorsun bunu. Sen de haklısın. Neredeyse tanıyan herkes sevmiş seni. Farklı boyutlarda elbet. Ama bir şekilde sevmiş. Zaten seni birazcık tanıyan birinin kayıtsız kalması, sıradan biri gibi davranması mümkün değil. Fakat ben ne yapabilirim? Anlatamıyorum. Anlatamamamın sıkıntısı içimdeki telaşı katbe kat artırıyor... Seni en çok ben seviyorum desem, en başka ben seviyorum ve en başta, herkesten çok, en çok, en... Ne en? İçimden geçenleri bilsen koşup boynuma sarılırsın. Oysa sadece anlatabildiğim kadarını biliyorsun. Anlatabildiğim kadarını... Anlatabildiğim kadarıyla ne yapılabilir? Birer çay içilebilir belki..."


   

7 Ocak 2020 Salı

o gemi sahile yanaşır di' mi kaptan?

   Bugün de bir günü geride bıraktım ben. Evet sevgili hiç okumayacak okuyucum, yine sarhoşum ve senin "o gemi sahile yanaşır di' mi kaptan?" soruna "asla" diyerek cevap veriyorum.
   Bugün hiç umutlu olmadığım ve sabaha kadar çalıştığım sınava girdim. Yarın sınavım olmadığı için bu bir gecelik boşluğumu beyaz Fiona şarabımla taçlandırmak istedim. Şimdiyse duyulmadık, yüreğe dokunan tatlı ve huzur veren şarkılarla kafamdaki aşkı sorguluyorum. Bak sevgili hiç okumayacak okuyucum, benim gerçekten sevilmeye ihtiyacım var. Sevilmesem de sevildiğimi hissetmeye ihtiyacım var. Sahte veya yapmacık olması umrumda değil. ben akşamında eve sırıtarak geleyim yeter. Bu ihtiyacımın varlığının üstüne sanki kendime garezim varmış gibi her sabah İlişki Testi izliyorum ve durduk yere kendi kendimi körüklüyorum. Bu kadar başarısız olmamın bi mantığı yok abi, nedir benim bu kadınlarla sorunum; nedir onlarda çözemediğim? Neyse bunlara rağmen Mesut Süre'yi çok seviyorum ve kendimle bağdaştırıyorum. Onu izlediğim her şeyde sevilmeye ihtiyacı olduğunu şaka yollu vurguluyor. Onu çok iyi anlıyorum.
   Sevin bizi çünkü biz sizin istediğiniz gibi birisiyiz ama sözde istediğiniz gibi. O kadar dalga geçildi ama insan neyden nefret ederse kendini ona yakın buluyor sanırım. Nedir insanın içindeki bu tamircilik içgüdüsü, özellikle de kadınlardaki? Kabul edin artık kimseyi değiştiremezsiniz diye çığlık atasım gelse de anlamsızlığının farkına varıp kabulleniş sürecine geçiyorum.
   Benim önümdeki hayata odaklanmam gerek. Muhteşem ses tonumu koruyup geliştirmem, gitara hakim bir şekilde onu çalabilmem, azıcık göbüşüm var ondan kurtulmam,mesleki odaklarımda kendimi geliştiriyor olmam ve edebi anlamda daha çok beslenmem lazım. İyi de aklımı sevilme ihtiyacı ile boğuyorken bunlara nasıl odaklanabilirim ki? Ben de en iyisi haykırmak yerine dünyaya en iyi şarkımı  susarak söylerim. Bak sustum, bak böyle tatlış iyi ben'leri susturuyorsunuz işte...

korkacak neyim kaldı gökhan?

  Aşağıda okuyacaklarınız Katarsis'de konuşulan hayal ürünü bir diyalogdur.
- Sana dışarıdan bakan, seni tanımayan insanlar çok korkutucu olduğunu söylüyor.
- E haklı olabilirler biraz, dışarıya öyle bir görüntü veriyor olabilirim. Korkusu olmayan insan Gökhan, her şeye karşı dik durur ve kaşlarını sertçe çatıp ağzına geleni söyler. Bu da "onu" korkutucu yapar. Söylesene Gökhan, korkacak neyim kaldı? Beni dövecekler mi, dövdüler zaten. Linç mi edecekler, e ettiler de hem de tüm Türk halkının gözü önünde. Özgürlüğümü mü elimden alacaklar, aldılar da zaten. Ben de bir kitap ile çıktım oradan. Bana tecavüz mü edecekler, yarım dünya deyip ağızlarına sakız mı edecekler? Yaptılar da söylediler de... Bana yapabilecekleri bir şey kalmadı artık. Bana yaşamaktan korkacağım bir şey bırakmadılar. 

6 Ocak 2020 Pazartesi

rüya

   Bugün sabah matematik sınavım vardı. Bu yüzden dün gece oturup çalıştım sabaha kadar. Sabah 8'de uyudum, 11 de kalktım, bir baktım her yer bembeyaz... Kar yağmış ben uyumadan hemen önce. Benim de dışarıya bakmak aklıma gelmediği için ben 11'de gördüm dışarıyı. Neyse sonrasında bi taraftan sabah rutinim İlişki Testi'ni izlerken kahvaltımı yapıp hemen sınava koştum. Hocamız sağ olsun dersi takip edene yönelik yapmış soruları da 80 üstü bekliyorum sonucu.
   Sınavdan sonra eve geldim. Biraz müzik dinleyip, internette takıldıktan sonra saat 16 gibi uykum geldi, hemen yatağa yatttım ve uykuya daldım. Uzun zamandır rüya görmüyordum. Çok tatlı birbirinden farklı üç rüya gördüm ama bağlantılı gibilerdi. Neyse hemen anlatıyorum:
   İlk başta sevgilimle birlikte bir koltukta oturuyorduk. Ben gözümü kapatmıştım ve o yüzümün her detayını sevgiyle küçük küçük öpüyordu. Aynı şeyi ben ona yaptım, sarıldık ve sonra koltuktan kalkıp yürümeye başladık. Yüzünü tam göremedim veya hatırlamıyorum. Yani tanıdık bir sima değildi. Bu da bana hayatın yakında bana bir sürpriz yapacağını umduruyor.
   İkincisinde fakültedeyiz. Herkesin pek bulunmadığı camın köşesine geçiyorum ve yağmurlu havayı seyrediyorum. Birdenbire camın kenarında cumhurbaşkanını  siyah sakallı bir halde görüyorum ve ona "seni öpebilir miyim?" diyorum. Bu da benim içimdeki sevgiselliği yansıtıyor çünkü gerçek hayatta kendisinden pek hoşlandığım söylenemez. O tam bana yaklaşırken birdenbire yağmur bastırıyor ve benim yalnız kaldığım fakülte cam kenarı şimşek hızıyla kalabalıklaşıyor. Her yerde basın mensupları beliriyor bir anda. Tam bu sırada cumhurbaşkanının eşi lüks bir konvoyla eşinin yanına geliyor. Meğer bizimki first lady'sini karşılamak için bekliyormuş. Bu lükslükleri rüyama bile yansıdıysa artık ben diyecek bir şey bulamıyorum.
   Üçüncüsü hemen bu olaydan sonra gelişiyor. O fakülte camı bir anda bir portala dönüşüyor ve kendimi birkaç arkadaşımla beraber Harry Potter'daki Diagonal Yolu tarzı bir sokakta buluyorum. Her şey ve herkes gotik tarzda. Daha sonrasında bir cadının fal odasına giriyoruz. Onu bir şekilde kandırıp kendimize kabul ayini yaptırıyoruz. Bu sırada bağdaş kurmuş bir şekilde otururken ellerimiz ile de ''devil's horns" yapıyoruz. Bir anda loş mum ışıkları altındaki odada endişe içinde kabul ediliş ayinimizin son bulmasını beklerken alnımızda yıldız sembolü beliriyor. Olayın ciddiyetine daha fazla katlanamayıp arkadaşlarımla beraber kahkalarla gülüyoruz ve ben sırıtarak uyanıyorum.
   Böyle işte rüyalarım, hadi yorumlayalım beraber sevgili hiç okumayacak okuyucum. Birincisinde içimdeki sevgi açlığı bilnçaltıma işlemiş olacak ki kendimi böyle bir rüyayla ödüllendirmek istemişim sanırım, canım bilinçaltım benim teşekkür ederim... İkincisin de ise gerçek hayatta haz etmediğim birisini öpmek istemem iflah olmaz bir iyimser, insancıl olmamın ve sevgiselliğimin de bilinçaltıma işlediğini gösteriyor... Üçüncüsünün ise tamamen eğlenceli, korkusuz ve mizahsen kişiliğimin bir dışavurumu olduğunu düşünüyorum. Çünkü uyanırken sesim çıksaydı kahkaha ile uyanacaktım.
   Bu kadar anlatacaklarım benim. Bu kez afilli bir final yok sevgili hiç okumayacak okuyucum. Yoksun, olmayacaksın da ama sen kendine iyi bak yine de...

5 Ocak 2020 Pazar

sevilmeye ihtiyacım var

Bugün ağlamadım ama gözüm baya bi doldu, yeter ki duygusal bi boşluğa düşeyim ben yeter... Az önce ekşi sözlükte "hayata dair gülümseten detaylar" başlığı altında yazılmış bazı yazıları okudum. Gülümsetmesi gereken her hikaye gözümü doldurdu, öyle de iflah olmaz bir duygusalımdır.
   Ben sevebileceğim biri olsun istiyorum yanımda. 196 gündür yaralıyım işte... Sevmek istiyorum birini hatta eğer haddimse ve çok görmezseniz sevgili hiç okumayacak okuyucum bir de sevilmek istiyorum. Bu içimdeki yoğun sevgi selini ve duygusallığımı bi canlı ile paylaşmalıyım. Bu tür duygularımı ancak bir karşı cinsle paylaşabilirim çünkü saf sevgi bunlar. Gidip de bir hemcinsine "seni seviyorum." diyemezsin. Onu görünce mutlu olman doğru olmaz falan... Keşke hayatıma davetsiz bir misafir girse...
   Malum günden sonra henüz hayatıma bir kadını sokacak özgüvene sahip olmadığım için, ben bir köpeğim olsun istiyorum. Onu sevmek, okşamak, öpmek, sarılmak istiyorum. Hem de bir "canı" sahiplenmiş olmanın verdiği muhteşem duyguları da yaşamış olurum. Ama şu an okuduğum okul dolayısıyla bu şehirdeki bunları yazdığım evimde kalıyorum. Ara tatilde İstanbul'a gitme durumum olacağı için onu kime bırakırım bilmiyorum. Bu yüzden hayvan sahiplenemiyorum. Artık dönünce bakarım, yaklaşık bir ay sonra. Ama o zamana kadar "sevememekle" nasıl baş edeceğim, bilmiyorum.
   Aklıma geldi de ben sevilmeyi hak ediyorum. Hem de fazlasıyla hak ediyorum. Bunu egoistlik veya bencillik olarak tanımlama lütfen sevgili hiç okumayacak okuyucum. Ben iyi bir insan olduğumu düşünüyorum. İçimde asla kin tutmam ve ben çok güzel seviyorum insanları, hayvanları, bitkileri ve diğer tüm canlıları. Onların mutluluğu için kendimden vazgeçebiliyorum hatta. Ama benim de sevilmeye ihtiyacım var. Gerçek anlamda sevildiğimi hissetmeye ihtiyacım var. Gülümseyen gözlerine baktığımda sarılabildiğim ve onun kollarının göğsüme yaptığı baskıyı hissedip gülümsediğim insanlara ihtiyacım var. Belki hayat bana bir sürpriz yapar bir gün ve ben hemen buraya gelip sana anlatırım hemen, sevgili hiç okumayacak okuyucum. Umarım çok beklemezsin...

4 Ocak 2020 Cumartesi

siz bana aldırmayın

Bıhtım yaa, ama neyden bilmiyorum. Yürüyorum bi yolda ama nereye gittiğimi bilmiyorum. Çok çok istiyorum ama gücüm yetmiyor. Neyse neyse siz bana aldırmayın...
   Bugün mazeretine girdiğim sınavın notuna baktım, 20 almışım. Finaline de 3-4 gün var yani zor geçerim. Bundan ayrı başka iki dersten de benzer şekilde büte kalıyorum muhtemelen. Eğer alttan ders bırakırsam bursum iptal olabilir, bu çok canımı sıkıyor. Bense bi taraftan hayallerimin peşinde koşmayı diliyorum. Aslında elimden geleni yapıyorum fakat daha cesur kararlar almam gerekiyor Bu cesareti henüz kendimde bulamıyorum. İnsanların tepkileri umrumda değil ama hala bir taraftan aileme bağlıyım. Kafama göre şu an "ben hayallerimin peşinde koşucam" diyip de tamamen yolumu değiştirebilecek durumda değilim. Çok istiyorum, bu yolda adım adım ilerliyorum. Bir gün eğer faturalarımı, kiramı ödeyip aç kalmayacak şekilde yaşayabileceğim bir kazancım olursa bu hayalime tüm hayatımı adamaya hazırım. Bu yolda çok başarılı olma potansiyeline sahip olduğumu biliyorum.
Sevgili hiç okumayacak okuyucum bu hayallerimden ileriki günlerde sana detaylı şekilde bahsedeceğim ve belki de burayı kabaca bir plan defteri olarak kullanacağım. Nasıl olsa artık her gün buradayız. Bakalım bana her gün katlanabilecek misin...

3 Ocak 2020 Cuma

ruhen yıkılış

Her yer karanlık, hiç ışık yok...
  Bugün biraz ağladım. 23 hazirandan beri bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum, tabi 2 ay önceki "neden?" diyerek hıçkıra hıçkıra ağladığım bitmeyen geceyi saymazsak. Ağlamamın sebebi bir filmdi, neredeyse herkesin izlediği, benimse sürekli ertelediğim o filmin ismi "Canım Kardeşim". Filmde ağlayacağımı tahmin etmiştim kendimin bir sulugöz olduğunu bilerek ama bu kadarına hazır değildim. Ertem Eğilmez, Halit Akçatepe'ye "salonda sadece sen ben ve Tarık olsa bile çekeceğim bu filmi." demiş ve film gişede başarısız olmuş. Bilmem belki benim gözlerim ağlamaya can atıyor galiba, nem seviyor olacak ki...
  Bitmeyen geceyi konuşmak istiyorum biraz, gece boyunca ayık olup da yalnız kaldığım, hıçkıra hıçkıra ağlayıp sadece "neden?" diye haykırdığım o geceyi. Kendimle yüzleşmek istediğim için ön kameradan kendime bakma gafletinde bulundum ve yıkıldım.  O yüzü görmeye hiç hazır değildim. Çünkü ben aşkı o zamana kadar hep kafamda, kalbimde yaşamıştım ve bedenimin bu süreçte neler yaşadığını göremezdim. Bir an toparlamaya karar verdim ve telefonu yatağa fırlattım, bi sigara yaktım. Kül tabağına koydum sigarayı ve koyar koymaz söndü sigara. Çünkü gözyaşlarım külleri ıslatmıştı. Artık bu acının fiziksel yansımalarını da hissediyordum ve bir bu eksikti zaten. Kendimi toparlamaya çalıştıkça göz kapaklarımın kasılışının acısını da tattım, kendimi öyle çok sıkıyordum ki dişimden akan birkaç damla kan da ıslattı külleri. Daha fazla dayanamadım ve yine hıçkırmaya, "neden?" diye haykırmaya başladım. Bu seferki daha bir şiddetli daha bir acı vericiydi. Tekrar cesaretimi toparlayıp telefonu elime aldım ve bu sefer kamerayı açmadan siyah ekrandaki yansımaya baktım. Zorladım kendimi oraya bakmaya. Gözlerim kan çanağına dönmüş, gözyaşları burnumun etrafına bir kanal açıp iz bırakmıştı. Bir sonraki düşen damla aynı yolu izliyordu. Sonrasında ya dudağımın kenarına birikip gözyaşının acı tadını aldırıyordu bana ya da  gözyaşları küllüğe damlıyorlardı. Göz altlarımda morluklar vardı, o kadar çok sıkmıştım ki yüzümdeki kasları onlar bile yorulup renklerini değiştirmişti artık. Kendime bakmam bi mucizeydi belki de yoksa sabah dayak yemiş gibi uyanabilirdim. Evet aşık olduğum kadın bana mahalle dayağı atıp, sigaramı söndüyor; dilime acı bir tat aldırıp, işkencelerle beni uyutmuyordu hem de hiçbir şey yapmadan. O gecenin de bir sabahı oldu elbette, üzerinden de 2 ay geçti ama bu o geceyi atlattığım anlamına gelmez. Zamanın geçmesi yaraları iyileştirmez. Hatıralar yaralandı mı sargı tutmaz. Ben o gün bir kez daha yaralandım ve her geçen gün biraz daha kan kaybediyorum. Ölür müyüm bilmem ama yaşadığım söylenemez. Son damla kanımı kaybetmeden sana tekrar " ben sana aşığım" diyebilmek... ahh sadece bir hayal...

2 Ocak 2020 Perşembe

benim zirvem yeraltının 6 kat altında

Paha biçemediğiniz huzur benim 20 liralık bi şarabımda....
Gerçi 20 liraya şarap bulmak mümkün değil artık ama 2019'un ocağının başında bunu söyleyebiliyorduk. O şarap artık 30 lira olsa da bugün hükümete sövmeyeceğim. O değil de şu an buraya kadar yazdıklarımı bile defalarca silip düzelttim. Neyse sevgili hiç okumayacak okuyucum, anladığın kadarıyla yine sarhoşum. Ayık kafayla yazamıyorum biliyosun bu yüzden bu kafalar benim tatilim. Dur ya müzik neden çalmıyor? Şimdi diğer sekmeye geçip müziği başlatıp geri döneceğim.
   Geri döndüm!.. Biri bana söyleyebilir mi neden içince, kafam tamamen berraklaşınca ben sadece Gaye'yi düşünüyorum. Bunu gerçekten merak ediyorum. Hayatımı tamamen değiştirdim, defalarca kez onu unuttuğumu söyledim, ona yazdığım şiirleri günlerdir okumadım, yüzü hafızamdan bir an için kayboldu ama ben yine, hala burada 2 kadeh içince Şanışer dinleyip Gaye'yi düşleyip, hep ondan bahsetmek istiyorum. Ben sana aşığım camın arkasındaki güzellik. Güzelliğinin farkında olmayan caaanım güzellik... Acaba şu an neredesin ve ne yapıyorsun. Hadi tahmin edelim belki gelecekte " 3 ocak gününün ilk saatleri olan saat 01:42'de nerdeydin ve ne yapıyordun?"  diye sorup teyit etme şansım olur. İmkansızı düşlemek de bu olsa gerek. Bir gün illaki karşıma çıkacaksın, karşı karşıya, yüz yüze, göz göze geleceğiz. Bak işte o gün sana ne diyeceğimi hiç bilmiyorum ve o an hislerimi sana sığ yansıtmaktan o kadar korkuyorum ki... Kesin hiçbir şey farklı olmamış, ben onlarca sarhoş geceyi seni düşünerek sensiz geçirmemişim gibi konuşacağız. Yaklaşık 3-4 dakika olan o mucizevi an öylece boşuna gidecek eminim buna. Keşke bunları okuyabilsen ve sana yazdığım daha onlarca şeyi de... O mucizevi birkaç dakikayı boşa harcamamaya, en azından sana " sana aşığım ben" demeye söz veriyorum. Bunu yaparsam altına derin anlamlar yüklenebilecek bi cümleyi kurmuş olabilirim en azından. O kadar hissi o kadar  kısa sürede anlatamam ya sana... Sen kaçacaksın veya kaçmayı dileyeceksin. Ordan ben cümlemi bitirmeden gitmeyeceksin eminim çünkü kalp kıramayacak kadar mükemmelsin. Bu benim avantajım aslında dilediğim kadar uzatabilirim bunu senin bu zaafından faydalanıp ama yapamayacağım. Bundan da eminim çünkü her şeye karşı bir savunma cevabın olacaktır. Ben yine mucizevi anı mahvetmiş, o anın içinde musmutlu olup sonrasında ağlayacağım şekilde karşından ayrılacağım. Ve yine çook uzun bir süre belki de hiç görüşmeyeceğiz. Olsun, aşk da bu değil midir zaten? Ben kendim içtim bu zehri ve acısına razı olmalıyım. Görüşmek üzere dünyanın en güzel, en mükemmel kadını, görüşmek üzere her şeyim, görüşmek üzere nefes alma sebebim, görüşmek üzere bir tanem, görüşmek üzere hiç ait olmadığım, görüşmek üzere yere göğe, defterlere sığdıramayıp tanrıyla kıyasladığım, görüşmek üzere hayatımın tek Gayesi, Gayem... Görüşmek üzere....

1 Ocak 2020 Çarşamba

boş emellerin için kullanma burayı

Kardeşim hatta gardaşım... Nasıl giriş yapacağımı da şaşırdım ya. Şaka şaka... aslında buraya bi not bırakmak istemiştim izlediğim video ile ilgili. O yüzden "gardaşım" kelimesine link koydum, böyle de bir psikopatım, hadi iyi geceler :)

19 Saatlik İstanbul

  1 9   S A A T L İ K  İ S T A N B U L Selaaaaaaam ben geldiiiim, naber lan. Oooo abi hoşgeldin. Hoşbuldum, bak bu sefer çok bekletmedim sen...