25 Mayıs 2020 Pazartesi

herkesin ismi alnında yazsaydı

   Herkesin ismi alnında yaszaydı nolurdu? Sokağa çıktığımızda yine hiçkimsenin ismini bilmezdik ama alnına bakar bakmaz öğrenirdik. İçimizde herkesi tanıyormuşuz hissini taşırdık ama yine kimseyi tanımazdık. Birini tanımak ismini bilmekten ibaret midir gerçekten? Elbette değildir. Mesela hoşlandığımız birinin ismini öğrenmeye çalışırken bile akla karaya seçiyoruz. Bu heyecanı kaybederdik bir kere.
    Şahsen benim gibi 3 harfli ismi olanlar için büyük kolaylık olurdu. Herkes bizim ismimizi bir şekilde hatırlıyor çünkü akılda kalıcı. Ama biri bize ismimiz ile hitap ettiğinde ''aa bunun ismi neydi lan'' diye geçiriyoruz içimizden. Bazen ismini söylemeden başka hitap şekilleri bulmaya çalışıyoruz ya da aklımıza gelen isme en yakın yansımayı dilimiz ile dişimiz arasında söyleyiveriyoruz. Şimdi o insanın ismi alnında yazılı olsa bile ismini görür görmez hatırlamadığımız yine belli olurdu. İsmini öğrenmek için alnına bakma çabamız çok komik bir durum olabilirdi. Bir de biri bize uzaktan seslense mesela ismimizle, o alnındaki küçücük puntoyu okumaya çalışarak miyop olabilirdik. Yani şimdiki düzenden pek farklı bir dünya olmazdı. Yine ağzımızda kelimeleri yuvarlar yine sanki tanıyormuşuz gibi sözler gevelerdik. 

3 Mayıs 2020 Pazar

vay canına

Neredeyse 1 ay olacak görüşmeyeli sevgili hiç okumayacak okuyucum. Yazmaya en çok ihtiyacım olduğu dönemde yazmayı bırakmışım meğer. Tabii 1 aydır bu tımarheneye tıkılı kalınca insan, içinden yapacak hiç iyi şeyler gelmiyor. Lanet bir durum bu ama sabretmek başka da bir şey gelmiyor elimden. Sana olanlardan bahsetmek isterdim ama bir gün içinde bile milyonlarca kez tekrarlanan bugünlerin en büyük problemini asla zikretmeyeceğim. Sen bir şekilde keşfedersin yakında zaten ya da ben eğer hiçkimsenin bahsetmediği günler gelirse bunu, işte o zaman anlatırım. Ama cehennemin içindeyken ateşten yakınmanın bir anlamı yok. O ateşin yaktığı tenimiz kabuk bağlayınca konuşursak bir anlamı olur bunların. Yoksa tatlıya dönüşmeyen hiç anıyı konuşmanın anlamı yok. Baksana ne diycem sana, öyle esti bi yerlerden. Benim hiç Can Yayınları'ndan veya İş Bankası Yayınları'ndan kitabım olmadı biliyor musun? Aslında var bir iki tane ama biri benim hayatına almak istemeyen kadının elveda hediyesi diğerinin de üstüne kim bilir kimden kondum. Çok istedim şöyle bir taraftan dünya klasiklerini bir taraftan da Türk klasiklerini dizeyim rafıma tek renk halinde ama olmadı işte. Tüm dünyanın basmakta özgür olduğu kitapları sadece süslü kapaklarla basıp kendilerine aitmiş gibi lanse ediyorlar. Onların bastıkları kitapları elbette okudum ama farklı yayınlardan. Bu yüzden aslında bütün kitapların ücretsiz olması kanısında olduğumdan içim fazlasıyla rahat. Ama o yayınların kitaplarını da elime alınca kendimi özel biri gibiymiş gibi hissetmiyorum da değil.
Bugün dün bir beatin üzerine yazdığım ufak bir nakarata devam soluğu getirmek istedim ama hayli yoruldum. Beceremedim, kaldı öyle. Sadece fazladan iki cümle yazabildim. Bu satırları yazarken içim kapkaranlık, tüm hayattan ve içindeki her zerreden bıkmış gibiyim. Hayalllerim bile neşelendirmiyor beni. Bu günkü durumlar hayallerimi bile törpülüyor. Geç kalmışlık ve hiçbir işe yaramamazlık hislerini zirvede yaşıyorum. Bir de üstüne yetmezmiş gibi depresi filmler izleyip müzikkler dinliyorum. 24 saat içinde bu durumun değişmesi ümidiyle... Çünkü sahte gülücekler saçacağım tecrübeli hayatıma dönmek istemiyorum.

19 Saatlik İstanbul

  1 9   S A A T L İ K  İ S T A N B U L Selaaaaaaam ben geldiiiim, naber lan. Oooo abi hoşgeldin. Hoşbuldum, bak bu sefer çok bekletmedim sen...