31 Ocak 2021 Pazar

19 Saatlik İstanbul

 19 SAATLİK İSTANBUL

Selaaaaaaam ben geldiiiim, naber lan. Oooo abi hoşgeldin. Hoşbuldum, bak bu sefer çok bekletmedim seni. Allah razı olsun abi ya. Siktirtme lan allahını şimdi, bi şey anlatmaya geldik şuraya; müteşekkir olduğunda teşekkür edeceksin bana; Arapça şeyleri sevmiyorum bilmiyor musun? Biliyorum abi ne biliym öyle ağız alışkanlığı işte. Tamam tamam sıkıntı yok, naptın bakalım? Neyi abi? Hiç öyle yani genel olarak naptın? İyi abi işte napalım, naptın demeye başladığına göre iyice Angaralı oldun sen de. Tövbe de lan ne Angaralısı,. İstanbul beyefendisiyim ben bi kere hıh. Öylesin abicim öylesin. Teeşkür ederim dostum, ne dersin dönelim mi edebi kimliğimize. Dönelim tabiki “arada bir yazar”ım. Döndüm o zaman sevgili “hiç okumayacak okuyucum”.

 

   Heyecan dolu olduğum an nasıl olduğumu çok iyi bilirsin. İçim kıpır kıpır olur da yine de içimdeki yangından bir kıvılcım taşırmam dışarıya, kimseyle paylaşmam yangınımı bir kıvılcım dahi olsa da.

 

Çünkü insanlar güzel olan her şeyi mahveder azizim,

Her şeyi tek başına halletmeli.

Her şeyini saklamalısın onlardan, bilhassa hayallerini.

Birilerine de açabiliyosan, ne âlâ içini

   Başak geliyor İstanbul’a.

Evet sevgili hiç okumayacak okuyucum

Başak İstanbul’a geliyor.

İstanbul’a Başak geliyor

Geliyor İstanbul’a Başak.

Geliyor Başak İstanbul’a

Yani gelecek. Ne çok uğraştık, kabul edene kadar da canı çıktı ama sonunda “he” dedi güzelim. Ne de güzel çabalıyor canına yandığım. Her şeyi de düşünüyor. En iyisine belki gücü yetmese de en azından düşünüyor. Geliyo laaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaan. Abi çıkma edebi kimlikten. Tamam tamam sakinim geri döndüm.

Velhasıl kelam neredeyse sene-i devriyesine yaklaştık bu illet salgının ama hala elle tutulur bir sonuç yok. Aşı falan deniyorlar ama bana yaramıyor ki banane. Beni okuluma döndürmüyor banane. Nasıl olduysa bir de bu şapşal kız aşık oldu bana yollara düştü iyi mi! Geliyor geliyor, geliyor bakalım n’olucak. Hadi hayırlısı...

Yüzümüzü kara çıkartma ey Zeus!

Çıkalım şu işin içinden mutlu mesut.

 

Konaklığımızı üstümüze düştüğü gibi yapalım da varsın başımız ağrımasın.

40 tane apart sahibi ve otel yöneticisiyle konuştum. Amma da kafa açıyolar arkadaş. İşin ilginç yanı hepsi en iyisinin kendisi olduğunu savunuyor. Lanet insancıl dilim de kıramıyo hiçbirini, bakalım hangi şanslı daire veya oda bu destansı aşka ev sahipliği yapacak?

Haydaaa her şey yolunda giderken bi de telefonumuza gelen istanbulkart SMS’i canımızı sıkıyor. Adamlar resmen dalga geçiyor. Sen zaten sadece 13-16 arası dışarı çıkabiliyorsun onda da toplu ulaşımı engelliyorum sana diyor. Neyse bir şekilde halledicez. Neyi halletmedik ki? Güzelimi vapur sefasından mahrum bırakır mıyım hiç, halledicez bakalım; ama nasıl?

Hallettim neyse ki. Can dostum Yasin’e bir telefon açmam yeterli oldu. İnsanların hemen ulaşabilecekleri dostları olması ne güzel bir şey. İhtiyacın olduğunda ulaşabilmem ne güzel. Bi de dost görünümlüler var işi düşünce sana koşan, müsait oldukça ancak yazan, zaman yaratmak yerine boş zamanını ayıran... ama onlardan bahsetmeyeceğim, bugün konu sevdiceğim geliyooooo. Bakalım yarın nasıl ilerleyecek olaylar.

Hadi bakalım macera başlıyor. Bu sabah erkenden kalktım. Onlarca alarm kurmuştum 2’şer dakika arayla ama hiçbirine ihtiyaç duymadan heyecanım beni erkenden uyandırdı zaten. Dünden duşumu alıp çantamı hazırladığımdan, zaten iç ferahlığıyla uyandım; kahvaltı yapıp çıkmam yeterliydi. Hemen kırtasiyeye koştum Başak için öğrenci belgesi çıkartmaya. Çayı da demlemiş, altını da açık bırakmıştım 18 dakikada dönerim diye ama nafile, dönemedim. Çünkü daha hiçbiri açmamıştı. Ben de İstikbal’e girdim bi umut. Oradaki beyefendiye durumu anlattım o da anlayışla karşıladı ve çıktıyı hemen veriverdi bana. Ama tabiki ondan önce 2 emlakçı, 1 market ve 1 de sigortacıya sordum ama hepsinin yazıcılarını kullandırmamak için bir bahanesi vardı. Fazlasıyla erken uyandığım için sigaramı yakıp sallana sallana döndüm eve. Bi taraftan da Başak’ın heyecanını yönetmeye çalışıyordum. Şapşal şey taksiyi ayarlayamamış, ankarakartını unutmuş. Dakika 1 gol 1 dedim, Dakika 1 gol 2 dedi. Güldük, kapattık. Başarabileceğini bildiğim için heyecanını doya doya yaşasın istedim. Telaş iyidir, sağlıklı karar verdirmese de başarıya ulaştırır daima. Eve döndüm. Su kaynaya kaynaya tükenmişti neredeyse. Hızlı bir kahvaltı yapıp, son hazırlıklarımı da tamamlayıp kendimi dışarı attım. Otobüse bindim. Adam metrobüse gittiğini ama Avcılar’a kadar gitmediğini söyledi. Ben de umursamayıp bindim. 34AS ler vardı önceden şimdi onlar da değişmiş. Avcılardan kalkıp Söğütlüçeşmeye giderlerdi. 34BZ ler vardı bir de Beylikdüzü’nden kalıp Zincirlikuyu’ya kadar giden. Ben de adamın dediğini o yüzden umursamadım, BZ’lere binip AS’ye aktarma yaparım diye. Ama metrobüs durağının gerisinde indirdi, yürümek zorunda kaldım. Normalde şikayet ederdim ama heyecanımın içime doldurduğu tatlış hisler bugün kimsenin hayatını kötü etkilememem konsunda beni uyarıyordu, o adamın yaptığı ne kadar yanlış da olsa. Neyse ki İmamoğlu abimiz hayatımızı kolaylaştıran bir yenilik daha sunmuş. Beylikdüzü’nden bindiğim metrobüsle hiç aktarma yapmadan Söğütlüçeşme’ye kadar gittim. Bir de metrobüs araçlarının üzerinde sadece gittiği yöndeki son durağın ismi yazıyordu, kodlarla falan uğraştırmıyor yani, büyük kolaylık. Bindim metrobüse. Metrobüs ilerlerken Başak ile yazışıyordum. Metrobüsün her durağında da Netflix’in yeni Türk dizisi 50m2’nin posterlerini görüyordum. Adam öyle bi bakış atmış ki her durakta detaylıca inceleyip aynı bakışı atmaya çalıştım ama beceremedim. Mutlaka izlerim o diziyi, ne de olsa şanslı ki bizim muazzam günümüze dahil oldu.

Söğütlüçeşme’ye vardım. Metrobüsten iner inmez YHT girişine koştum. Her şeyi öğrenmeliydim. Görevliden gerekli bilgileri aldım ve hemen not ettiğim apartları teker teker gezmek için yola koyuldum. Hepsini gezdim neredeyse, bi taraftan da sevdiceğimle karşılıklı bilgilendirmeler yapıyorduk. Hatta dairenin birinde televizyon odaklıydım diye baya da güldük. Artık sadece rıhtımdaki yerler kalmıştı. Daha önce aradığım bir otelin kapısına vardım, burası son yerimdi. 2 tane odası vardı. Ucuz olduğu için alt kattakine indirdi beni. Hiç umutlu değildim. Oda nispeten genişti fakat bodrum katta olmak hiç iyi hissettirmiyordu bana. Sonra üst kata çıkarttılar beni, oradaki 7 numaralı odaya. O da o kadar sevimliydi ki kendimi alamadım. Bir de üstüne hotel sahipleri fazlasıyla ilgili olup hotel de bi de sahile yakın olunca bayıldım. Hemen sevdiceğimi haber ettim, çok beğendimi söyledim. Güzelim parayı düşünüyordu ve 100 liralık yere kafası takılmıştı. Canım benim beni hep düşünüyor. Buranın bir diğer avantajı ise eşyalarımızı bırakıp hemen gezimize başlayabilirdik, diğerlerinde 5’ten önce bizi içeri almıyorlardı.

Hotelden çıktım. Sevgilim neredeyse gelmişti. Bana Bostancı’da olduğunu söyledi. Büyük şaşkınlıkla koşa koşa YHT garına ulaştım. Telefonumu çıkardım ve merdivenlerden inen insanları videoya almaya başladım. Her kadın ayağı gördüğümde ayrı ayrı heyecanlanıp sonra da sönüyordum. Hala inanamıyordum onun şehrime geldiğine. Bu muazzam şehri ilk defa ve benim rehberliğimde gezeceğine hala inanamıyordum. Sonra inen merdivenlerden ayaklarını gördüm. Bu anların hepsini saniye saniye kameraya kaydederken o da beni gördü ve önündeki insanları atlatıp koşa koşa bana geldi.

Sarıldık,sarıldık,sarıldık... Hala sarılmaya devam ediyorduk. O an hayatımın aşkı kollarımdaydı fakat hala her şey rüya gibiydi. İnanamıyordum, gelmişti ve şimdi de kollarımdaydı. Kokusunu doya doya içime çektim, saçlarına dolandım, belini sardım. Sımsıkı sarıldık birkaç dakika boyunca. Sadece kalplerimizin sesini dinledik. Onlar bizim dillerimizin acziyeti yanında fazlasıyla konuşuyorlardı zaten. Haftalardır birbiriyle atmayan iki kalp tamamlanmıştı sonunda. Umarsızca sarılmaya devam ettik, insanlar hızla geçip gidiyordu bizse sarılmaya devam ettik. Elinden tutup dışarı çıkardım. Yüzünü avcumun içine aldım, doya doya baktım o yemyeşil aşkla bakan ışıldak gözlerine. Güneşten daha güzel parlayan gözleri beni bir kez daha büyülemişti. Bir süre daha hülyadan kendimizi alamadık. Yavaşça maskesini indirip dudağına bir buse kondurdum. Hemen de gözlerini kapatıyor güzelim dudağım dudağına değince, öyle tarifsiz bir güzelliği var ki anlatamam sana; sevgili hiç okumayacak okuyucum.

Elimi tuttu. Sanki birbirimizin sesini aylardır duymamışız gibi el ele yürürken konuşmaya kıyamıyorduk, dinlemek önceliğimizdi hep. Heyecanımız hala doruktaydı. Sürekli birbirimizin lafını kesip ikimiz de bir diğerimiz konuşsun diye susuyorduk sonra. Bense sadece bana odaklanmasın da her sokağın bir parçasını alsın belleğine diye, yürürken gördüğüm her şeyi tarif ederek, bende bıraktığı hatıralarla anlatıyordum ona. Ama o sadece benimle ilgileniyordu. Her tavrı ile beni ne kadar sevdiğini anlatıyordu bana. Biraz daha ilerkerken bir bakkalın önünde elma şekeri gördü ve “aa elma şekeri” dedi. Ben de uzun zamandır yememiştim. 2 tanesini elime alıp ödeme yapmak için içeri girdim. Arkamdan seslendi:”Pahalıysa alma bitanem”. Gel de aşık olma işte. Takı dükkanına girdik sonra. O küpelere bakarken ben de erkek küpelerine bakıyordum. İlgili kadın bir an benden uzaklaşınca beğendiğim bir küpeyi cebime attım ve sevgilimin yanına gittim. O da hiçbi şeyi beğenmedi dükkandaki, çıktık oradan. Sonra sahile indik. Güzeller güzelim Kadıköy’ün sahilinin güzelliğiyle büyülenmişti. Bense ondan gözlerimi alamıyordum. Yavaşça yürümeye devam ettik. Hotelin kapısından içeri girdik. Girer girmez odamıza duş başlığının bozulması nedeniyle yerleşemedik. Hotel sahibi mağduriyetimizi gidermek adına bizi başka bir aparta götürdü. Oranın yöneticisiyle konuştu, fiyat konusunda anlaştı. Bizi oraya bırakıp gitti. Apart yöneticisi bizi en güzel dairesine yönlendirdi, teras dairesine. Merdivenlerden çıkarken sevgilimin bacaklarının arasını kalçasını elimle okşuyordum. Her katın başında ise birer şaplak. Artık daha fazla dayanamadığımı bu hareketlerle belli ediyordum. Lanet olsun ki kravat getirmeyi unutmuştum. Daha önce kararlaştırdığımız fantazimizi deneyemeyecektik. O da benim kravatı unutmama çok şaşırdı. Denemeyi benim ondan fazla istediğimi düşünüyordu. Ona böyle sex meraklısı bir izlenim vermek istemezdim. Gerçekten bazen kendini bu konuda avantajlı hissettiğini ve beni bu konuda yönlendirebileceğini düşündüğünü hissediyorum. Halbuki benim sex konusundaki tek ilgim bunu onunla yapmak isteğimdi. Odaya girdik. Karanlıktı. Terasa çıktık. Ben terastan gördüğümüz manzaraya bayılmıştım. Oda biraz salaş haldeydi. Sevdiceğim beğenmedi temizlik şüpheleriyle. Benim içinse terasın güzelliği odanın bütün salaşlığını gölgede bırakıyordu. Adama durumu anlattık, nispeten daha temiz ama manzarasız diğer dairesine götürdü. O odadaki yatağın başlığına dikkat etmiş, kravat fantazimiz için uygunmuş. Bunu sonradan öğrendim. Ama bu oda terastaki dairenin yanında çok sönük kalıyordu. Ben de bu aksiliğin bizim için büyük bir şans olduğunu ona anlatarak teras dairesine ikna ettim, günün sonunda bu tercihimizden ikimiz de memnun olacaktık.

 

 

Çantalarımızı ve montlarımızı koltuğun üstüne bıraktık. Birbirimizin gözlerine baktık ve daha fazla dayanamayıp şehvetle öpüşmeye başladık. Kendimizi yatakta bulduk. Doya doya dudaklarını öpüyordum, yanaklarını, burnunu, boynunu... Bir taraftan da incecik kazağının üzerinden memelerini okşuyordum. Özlediğim şehvetli nefes alış-verişlerini duymaya başladım. Memelerini sıkmamdan fazlasıyla zevk alıyordu ve henüz daha soyunmamıştık bile. Önce kazağını çıkardım. Atletinin üzerinden memelerini okşarken dudaklarını yercesine öpüyordum. Onu öperken ona doyamayacağımı her an hatırlıyordum. Öpmeye devam ettim bal dudaklarından. İkimizde haftalardır yokluğunda kaldığımız şehvetin doruklarındaydık. Önce atletini sonra da pantolunun çıkardım. O da benim atletimi çıkardı. Vücutlarımız birbirimizden bağımsız dans ediyordu adeta. Dudaklarını öptüm, bir kez daha ve bir kez daha. Pantolunumu çıkardım. Artık sadece iç çamaşırlarımız vardı üzerimizde. Penisimle küloduna baskı yapıyordum. Şehvetle ah sesleri çıkarıyordu. Üstüme çıktı. Sütyenini açtım ve yumuşacık memelerini çıplak ellerimle sıktım. Ucunu emdim. İyice kendinden geçiyordu. Tekrar altıma geçti. Külodunu çıkardım ve kendiminkini de. Dudaklarından sonra boynuna minik öpücükler kondura kondura göğsüne indim. Özlemle memelerini emmeye başladım. Birini dudaklarımla emerken diğerini elimle sıkıyordum. Uçları dikleşmişti. İkimiz de iyice azmıştık. Memelerinden göbeğine indim. Kasıklarına minik minik öpücükler kondurdum. Şehvet içinde yüzüyorduk. Hiç beklemediği bir anda vajinasını aşağıdan yukarıya tek seferde yaladım. İnledi. Bir kez daha yaladım ve inlemeleri eşliğinde vajinasını emmeye devam ettim. Kendinden geçmişti artık. Zevk sularında yüzüyordu. Tekrar dudaklarına döndüm. Çıplak penisimi çıplak vajinasına sürttüm. Zevkten kuduruyordu. Arkasını dönüp yüzüstü uzandı yatağa. Penisimi ve vajinasını ıslatıp bacaklarının arasına girdim. Haftalar sonra tekrar üstündeydim. Penisimle girip çıkıyordum. Haz içinde yanaklarını ve dudaklarını şehvetle öptüm. Yüzünü yaladım. Daha hızlı, daha sert devam ettim. Girip çıkıyordum ve zevk içinde kendimizden geçiyorduk. Boşaldım. Penisimi çıkarıp spermlerimi temizledik. Her seferinde yataktan kalkıp bir yerlerden peçete bulup getiriyor bana. Sırf şu inceliğini bile sayfalara dökebilirim, o kadar naif bi insan ki tekrar tekrar aşık olmamak mümkün değil.

Giyindik. Terasımızda güneşin alçalışı eşliğinde harika fotoğraflar çekindik. Güneş ise yanımdaki güzelliğe olan kıskancından bir an önce batmak için acele ediyordu. Aşağıya indik. Acıkmıştık. Burger mi yiyelim acaba diye konuşurken solumuzda bir dönerci gördük. İçeri girip önce fiyatını öğrendik. Paramız kısıtlı olduğu için bunları düşünmek zorunda kalıyorduk. Adam içecek ister misiniz diye sordu. Kulağıma “içecekleri marketten alırız” dedi usulca ve sonrasında adama da “hayır istemiyoruz” dedi. Bunu bile düşünmüştü. Ben siparişi beklerken hemen yanımızdaki markete girdi. Ben de sigaramı yaktım ve siparişlerin pişmesini bekliyordum. Tam marketten çıkarken su almasını rica ettim, “hemen” dedi. “Hemen” demesi bile o kadar hoşuma gitti ki. Ayranları elinden aldım, tekrar içeri döndü. Bu sırada siparişimiz hazırlanıyordu. Sarılıp bekledik. Adam seslendi, dürümlerimizi alıp vapur iskelesine doğru yürüdük. O kadar güzeldi ki yanımdaki sevgilim, yürüyen herkesi bir saniye durdurup teker teker aşkımı anlatmak istedim herkese. İskeleye geldik. Arkadaşımdan ödünç aldığım kartı o bastı arkasından da çaktırmayalım diye hızlıca ben bastım. Vapurun gelmesine henüz 10 dakika vardı.

Bir banka oturduk. Önce sarıldık ve tekrar öpüşmeye başladık. Ben çok acıkmıştım. O ise dürümünü vapurda yemek istiyordu. Yoldayken kendi için hazırladığı sandviçten bana da sakladığı için açlığımı biraz yatıştırmıştım. Güya ben onu yemekle karşılayacaktım ama o benden çok çok daha düşünceli. Yine de dayanamayıp dürümümün birazını yedim birazını da vapura sakladım. O da ucundan biraz koparıp tadına baktı. Daha fazlasını vapura saklamıştı bense neredeyse bitirmiştim kendiminkini. “Vapurda benimle paylaşırsın, dimi” diye sordum. Sessizce bana baktı canına yandığım. Yemek yemeyi hele de tatlı yemeyi öyle seviyor ki “evet” demeden önce iki kere düşündü. Birini ne kadar severse sevsin, yemek paylaşırken zorluk çekiyor ağzını yediğim :D Saatin yaklaşmasıyla birlikte vapur da sahile yaklaşmıştı. Hava hala çok güzeldi. İçeride şehvetle sevişmemiz çok sürmemiş olacak ki güneş hala gökyüzünü aydınlatmaya devam ediyordu. Vapurla gelen yelen yolcular tek tek inerken ben onun belini sarmış sessizce kapının açılmasını bekliyordum. Vapurdan inenler azalınca kapı açılınca nereye gideceğimizi vurgulayarak söyledim ona: “önce sağa, sonra yukarı!”

 

Dediğim yolu birlikte takip ettik ve hızlı adımlarla kendimizi vapurun birinci katının balkonunda bulduk. Ummadığım kadar sakindi vapur, neredeyse kimsenin binmediğini sanmıştım. İstanbul’un turistik saatleri neredeyse bittiği için sadece ihtiyacı olanların kullandığını düşünüyordum. Vapura binenlerin çoğu içeride kalmayı tercih etti. Oysaki hava hiç de soğuk değildi ve üşümüyorduk. Bunun böyle olmayacağını vapur hareket edince öğrenecektik. Balkonun korkuluklarına yasladı yumuşak poposunu, saçlarını denize savurdu. Deniz kızları ise kraliçelerinin karaya çıktığını görüp imrenerek su altından onu seyrediyorlardı ama o bunun farkında değildi. Bir martı yaklaştı ona usulca. Belki aşkını itiraf edecekti kulaklarına. Onu gören her varlık ona aşık olurdu, görsem şaşırmazdım. Beni de görmüş olacak ki fazla yaklaşamadı. Sonuçta sevgilisini de bir kuştan esirgeyecek bir anka kuşu vardı hemen yanında. Bir direğin üzerine kondu martı, sessizce bizi seyretti. Bizimkinin heyecanı doruklarındaydı, cebinden telefonunu çıkarıp fotoğrafını çekmemi rica etti. Tam deklanşöre basacaktım ki martı kanatlanıverdi. Aşık olduğu kadının onu bir görsel öge olarak kullanmasına minicik yüreği daha fazla dayanamamıştı belli ki. Gökyüzüne bıraktı kendini. Vapurun motorları çalışmaya başladı. Sular köpük köpük oldu, evet hareket ediyorduk. Yavaşça karadan uzaklaştırdı bizi vapur. Birazdan İstanbul boğazının eşsiz manzarasını en sevdiğim kadınla seyredecektim. Başta Haydarpaşa garına parelel ilerledi vapur. Bu sırada ben de güneş ışığını doğru tutturup eşsiz iki güzelliği aynı kareye sığdıran fotoğrafları yakalamaya çalışıyordum. Güneş de öyle çok kıskanmış olacak ki en koyu ışınlarını yansıtıyordu ona. Bu bile sevgilimin güzelliğinden hiçbir şey eksiltmedi. O nasılsa kendi ışığını yayıyordu, o varken kim neylesin güneşi.

Üşümeye başladık. İçeri geçmeye niyetimiz yoktu ama. Ben kendi eşsiz manzaramı haftalarca “camın arkasından” seyretmiştim zaten onun da aynı şeyi yaşamasını istemedim. Hem Camın Arkasında 2 şarkısının gelmesinin de lüzumu yoktu, olmasındı. Birkaç fotoğraf da birlikte çekindik ve bir de video. Şarkı söyledik birlikte. Ben de bir sigara yaktım. Vapurda sigara içmek yasaktır. Ama etrafta kimsecikler yoktu. Ben de bu deniz ve aşk sefasının tadını çıkarmak ve bunu bir sigara yakarak kutlamak istedim. Dürümünü yemek istedi. Ayranın birini açıp bana uzattı. Hep yaptığı gibi önceliği ben olmuştum. Tıpkı ilk benim elime dezenfektan sıktığı gibi. Ama ben onun ayranı açış şeklini beğenmediğim için kendi ayranımı kendim açmıştım. Ne gerek vardı ki üstündeki folyoyu yarısına kadar sıyırmanın. Neyse, iyi ki o ayranı o içti. Sürekli burnuna ayran bulaştırıyordu. Ben de elimle temizlerken onun burnuna dokunuyordum. Her yeri yumuşacıktı. Fırsat bulup bir kez daha öptüm. Uzun ve genişçe bir geminin ardından bir anlığına Kız Kulesi’ni gördüm ve hemen ona da gösterdim ama yetişemedi, gemi tekrar önünü kapattı. Biraz sonra tekrar göründü kule. Bu kez parmağımla işaret ettim. Şaşkınlığını görmeliydin dostum. Ben de şıpsevdi miyim neyim, her jestine mimiğine aşık oluveriyorum. Usulca yumuşacık yanağından bir kez daha öptüm. Bir süre daha seyretti Kız Kulesi’ni. Ben diğer taraftaki manzarayı yani Sarayburnu’nu da görmesini çok istediğim için elini tutup vapurun diğer cephesine götürdüm. Bu tarafta rüzgar daha şiddetli esiyordu, daha çok üşüdük. Biraz da orayı seyredip eski yerimize geri döndük. Dürümünü uzattı bana koparmadan. Isırdım ve ona baktım. Hiç şüphe etmeden o da ısırdı. Bunu asla yapmazdı. Aynı çatalla bal bile süremezdik. Evet evet görmeyeli fazlasıyla değişmişti, benim hoşuma giden birçok farklılık yansıtmıştı bana hem de birkaç saat içinde. Daha bi cesur, daha bi cüretkar, daha bi davetkar, daha bi kadın, daha bi benim olmuştu. Vapur Karaköy iskelesine yaklaştı. Rotamızı tam tersi yönde çevirip “başlangıçta Galata Kulesi’ni görmek ister misin?” diye sordum. Hemen düşündü ve kabul etti. Vapur tekrar hareket etmeden aceleyle indik ve karaya ayak bastık. Belki hala farkında değil ama hayatında ilk defa kıta değiştirmişti. Artık Avrupa kıtasının toprağını çiğniyordu.

İskeleden uzaklaşıp elimle Eminönü iskelesini gösterdim ve Galata Köprüsü’nü ve altındaki balık restaurantlarını. Birlikte el ele Galata Kulesi’nin yolunu tuttuk. Karaköy eski ve mimari yapısı muhteşem binalarıyla bu iki aşığı hürmetle ve hasretle selamlıyordu. E onlar napsınlar, Justinian ve Theodora’dan beri böyle büyük bir aşka şahit olmamışlardı. İşin ilginç yanı ise Justinian da annesi yüzünden Theodora’sına kavuşamıyordu... Bir otobüs durağının panosunda yine o dizinin posterini gördük. Bu kez de ona bahsettim, yolda gelirken bu posterleri sık sık gördüğümden. Adamın adını şıp diye söyleyiverdi: Engin Öztürk. E adam yakışıklı ve karizmatik, belli ki iyi de oyuncu. Tabiki adını bilecek. Hafif bi kıskanmadığımı söyleyemem. Onu bir film yıldızından kıskanmam ne kadar doğru bilmiyorum ama onu kimseyle hayali olarak bile paylaşmak istemiyordum. Karşıya geçip kulenin yokuşunun başladığı yere geldik. Ufak bi büfe vardı, ucuz fiyata döner alıp Galata’ya çıkardık. Onu anlattım. Yokuşun yolunu tuttuk. İlk önceliğim hep acele etmemekti. Eve dönüp tekrar üstünde olmayı çok fena arzuluyordum ama bu güzellikleri adım adım görmeliydik birlikte. Hem o Anıtkabir’e beni koşa koşa götürmüştü, hatta bu aceleyle pantolonumu da yırtmıştım. Düşünüyorum da o gün omzuna elimi koyarken çekindiğim bu kızın şimdi memelerini emip dudağını ısırıyorum. Hayat gerçekten de sürprizlerle dolu.

Yokuş üzerinde kıyafet dükkanı ilgimi çekti. Vaktimizin bol olduğunu isterse içeri girebileceğini söyledim. İçeri girip biraz bakındı. Ben de sigara yakmaya yer arıyormuşum meğer yaktım bir tane daha. Onun yokluğunda biraz daha arttırmıştım sigara sayısını; o geldi ama, gideceğini bildiğim için o varken bile eksiltemedim sayısını. Dükkandan çıktı. Sol tarafımdaki sokağı gösterdim, daha önceden burada bir genelev olduğunu söyledim. Biraz fazla detay verince ürkmüş olacak ki bakışı değişti. Ama bana güveni öyle tam ki oraya uğradığımı aklına bile getirmemiştir. Yürümeye devam ederken başını sola çevirmesini istedim, birazdan bütün görkemiyle Galata Kulesi onun gözleri ve güzelliği önünde saygı duruşuna geçecekti, geçti de. O şaşkın bakışlarını görmek için tekrar o yemyeşil gözlerine baktım. Belki yine farkında değildi ama her şaşırdığında onu öpüyordum. Kulenin tepesine baktım ve insanları gördüm. Tepeye çıkabileceğimizi fark edip sevgilime söyledim. Yürüdük biraz daha, kulenin dibine vardık. Bir anda bir kutlama havasına şahit olduk. Adamın biri bir organizasyon şirketiyle anlaşıp sevdiği kadına evlilik teklifi ediyordu. Müzik çalıyor, konfetiler patlıyordu ve etrafta profesyonel kameralarıyla fotoğraf çeken adamlar vardı. O kalabalık arasında bir çiçekçi ısrarla bana çiçek satmaya çalışıyordu. Kafalarındaki düşünceyi adım gibi bildiğim için uzak durdum ve kafa sallayarak reddettim. O sırada teklif almış kadın arkadaşlarından ayrılarak sanki hiç sürprize uğramamış durgunluğuyla yavaşça diz çöken adama doğru ilerledi. Kadının gözlerinden heyecansızlığı ve durağanlığı fazlasıyla belli oluyordu. Daha fazla yorum yapabilirim mimikleri hakkında ama lüzumu yok. Sonucunda hepimiz alkışlarla bu kutlu anlarını tebrik ettik. Galata Kulesi’nin merdivenlerine çıktık ve güvenliğe giriş fiyatını sorduk. Adam 30 lira olduğunu söyledi. Hatta acele etmememizi ve birazdan bilet satışının kapanacağını da söyledi. Benimkinin gözlerine baktım. Cancağzım yine maddi rahatımızı anlık zevkimize tercih ederek çıkmak istemediğini söyledi. Biraz daha bekledik girişte, bir grup daha geldi ve fiyat sordu. Onlar da öğrenci olduğunu belirtti ve biz gibi reddedildiler. Sonra 2 turist geldi. Adam da onlara İngilizce bir şeyler geveledi ve eliyle yaptığı hareketle bilet şatışının durduğunu anlatmaya çalıştı. Sesini yükselterek: “kılozt kılozt” dedi turistlere. Bu bizim vatandaşların sesini yükselterek yahut bağırarak kendilerini anlaşılabilir kılacaklarını düşünmelerine hiçbir zaman anlam veremeyeceğim.

Arka tarafa doğru merdivenlerden indik, kulenin etrafında turladıktan sonra duvarının kenarındaki hafif çıkıntının üzerine oturduk. Elimle sardım onu. Gözlerime baktı ve insanları umursamadan beni öptü dudağımdan. Öpüşmeye başladık. Etrafımızda onlarca insan vardı ama biz onlar yokmuşçasına öpüşmeye devam ettik. Aşk dediğin belki bunun gibi birkaç andan ibaretti. Dudaklarımız bir an için ayrıldığında “keşke zaman dursa” dedi. İçimden gele gele, aşkımın bütün yoğunluğuyla “keşke” dedim ve ekledim: “seni çok seviyorum”. Birbirimizin omuzlarını ve belini okşarken bi süre daha hiçbir şey düşünmeden öpüşmeye devam ettik. Bu ana son veremeyeceğimizi ikimizde fark edip kalkıp geri dönmeye koyulduk. Bir hediye dükkanı dikkatimizi çekti. 1 liraya bileklikler vardı. Buraya kadar gelip hiçbir şey almamak olmazdı. İçeri girdik. Bahsettiğim bileklikler arasından mor ve kırmızı olanları aradık, moru bulamadık, sonunda mor boncukları da olan iki tane kırmızı bilekliği seçtik. Ben de bu sırada iki ayrı kuru kafalı bilekliği de kamulaştırmıştım. Tesettürlü bir kadının bunu fark ettiğini düşündüm. Sevgilim de bu sırada Galata Kulesi’nin ufak bir biblosunu beğendi. İkisini de alıp içeri geçerken arkamdan yine “pahalıysa alma” diye seslendi. Bu kez ilki kadar etkili olmamıştı ama. Pahalı olduğunu düşünüyorsan neden beğendiğini söylüyorsun değil mi :D Belli ki istiyorsun onu, bitanemin istediğini fark edip bibloyu da alıp içeri geçtim. O tesettürlü kadın da beni seyrediyordu. Suçüstü yakalandım korkusuyla ödeme yapmadan tekrar sevgilimin yanına geldim. Bi taraftan ona fiyatı söylerken bir taraftan da o kadını süzüyordum. Kadın fark etmemiş beni, nedensizce süzüyormuş, boşuna endişelenmişim. İçeri girip bibloyu hediye paketi yaptırıp çıktım ve birtaneme verdim. Eve götürebileceği İstanbul’u hatırlatan bir hatırası olmasına sevinmiştim. Aşağı doğru inerken Şok marketin olduğunu fark ettik. O sırada telefonu çaldı, ikizi arıyordu. Benim saf sevgilim dışarıda insanların gürültüsü varken evde yemek yaptığımızı söyledi ikizine, umarız inanmıştır. Çünkü İstanbul’a geldiğini ondan bile saklamak zorunda kalmıştı. Büyük cesaret!

Dükkanlardan birini girip marketin girişinin nereden olduğunu sordu ve bana liderlik etti. Markete girdik. İstediği çikolataları söyledi bana, ben de gerekli yöntemlere onları elde ettim. İçeriden sadece bir şişe ve bir kutu kolaya para ödeyip çıktık. Şişeyi çantasına yerleştirdi ben de o sıradan kolamın eşliğinde kapının önünde bir sigara yaktım. Hem susuzluğumu hem de sigara bağımlılığımı dindirmiştim. Aşağıya doğru yürüdük biraz ama geldiğimiz yoldan dönmediğimiz fark ettik. Hiç riske atmamak için tekrar o yola dönerken sinsi çiçekçi tekrar peydah oluverdi. Israrla elindeki gülü satmaya çalışırken ben de ısrarla reddiyordum. Fiyatta epeyce düştü, hatta bir ara ağzından “3 lira” bile çıktı. Ben de onu duyunca hemen cüzdanı çıkardım. 3 liraya da alınırdı o güzelim çiçek yani. Göz ucuyla bizimkine baktım, sessizce bizim pazarlık kapışmamızı seyrediyordu. O an kafamdan kaynar su dökülmüş gibi hissettim, meğer o da istiyormuş o gülü. Bilmiyordum. Gülün fiyatı falan elbette önemli değil mevzu onun mutluluğuysa. Ama benim asıl amacım bu sinsarların fırsatçılığına kurban gitmemek. Benim almamak için direndiğimi seyretmesi hiç hoşuma gitmemişti. Bir şeyler geveleyip anlatmaya çalıştım ama beceremedim. Hatta gülü sevmemin nedeninin peygamberi andırdığı yalanını falan söyledim. Oysaki ona gönderdiğim mini çelenk güllerle bezenmişti, gül sevilmez mi hiç! Üzülmüştüm işte sadece, kendimi düşürdüğüm bu durumdan. Çakal adam almaya niyetlendiğimi görünce son söylediği fiyattan da caymıştı. Daha fazla uzatmamak için parasını ödeyip gülü aldım adamın elinden. Sevgilime uzattım. Daha önce hiç, bir kadına çiçek almadığım için öylece eline tutuşturmuştum gülü. “Al bakalım” der gibi. Bir kez daha ne kadar öküzleştiğim dank etti kafama ama nafile. Yokuş aşağı sahile doğru indik. Bizimki gülü sevmiş olacak ki ara ara kokluyordu. Öküzlüğümü bile unutuvermişti.

 İETT genel merkezinin önünde 3 hiphop sanatçısı sokak sanatlarını icra etmeye çalışıyorlardı. Bir süre onları seyrettik ve kendimizi Eminönü’ne geçmek üzere Galata Köprüsü’nün üzerine attık. Boğaz köprüsünün ışıkları görünüyordu. Galata Köprüsü’nün yarısına kadar balık tutmaya çalışan insanları seyredip onların dedikodusunu yaparak yürüdük. Gözüne çengel takılan biri varmış, bu yüzden sağıma aldım onu. Takılacaksa bana takılsın dercesine. Ama diyemedim işte. Merdivenlerden aşağıya indik. Denize uzanan beşeri bir burundan Boğaz Köprüsü’nün ışıklarını seyrettik, birkaç fotoğrafını çektim. Karşımızda muazzam bir gümüşservi manzarası bize eşlik ediyordu. Birkaç fotoğraf da birlikte çekindik. Telefonu bıraktık ve öpüşmeye başladık. Bu kez etrafımızda kimsecikler yoktu. Bir ara muhafazakar görünümlü bir çift geldi ve geri gitti. Biz de hiç istifimizi bozmadan doya doya öpüştük ve yolun geri kalanını köprünün altından yürümeye başladık. Susmayı teklif ettim, sadece İstanbul’ u dinlemeyi. Köprünün sonuna kadar böyle yürüdük. Sonunda durduk ve bir kez daha öpüştük bu kez arkamızdan bir aile yaklaşıyordu bize, kısa kestik. Önümüzde köprünün altından geçen kısa bir tünel vardı. Orada lavabolar vardı, kullanmak istedim. Çantayı sevgilime verdim. Beni dışarıda beklerken yanına ufaklıklar yanaşmış, çantadan para çıkarana kadar epey bi uğraşmış onu anlattı bana çıkınca. Daha öncede bu çocuklardan biriyle Ankara’da karşılaşıp talihsiz bir an yaşamıştık. Belki de bana bunu anlatmasının sebebi kendi vicdanını rahatlatmak ve o çocuklara aslında her zaman muzip şakacı olarak yaklaşmadığını bana kanıtlamaktı, hiçbir zaman bilemiycem. Gülümsedim. Cebimde çikolatalar vardı kamulaştırdığımız, hiç düşünmeden onun seçtiği iki çikolatayı çocuklardan birine verdik. Öncesinde bana iki tane vermemi sıkı sıkı tembihlemişti, “belki arkadaşıyla paylaşır”.

Tramvaya binmek üzere altgeçide yöneldik. Burayı daha önce su bastığını söyledim, hatırladığını söyledi. Merdivenlerden inerken Winx Club tablosu görmüş, bana gösterdi, güldük. Belki kızımızın duvarına asmak için yine uğrarız buraya dedim. Duydu mu, emin değilim. Dükkanlardan birinden kulaklık baktık ve almadan çıktık oradan. Tramvayın gidiş yönünü karıştırıp birilerine sorduk. Durağa çıktık, kartlarımızı okuttuk. Neyse ki aktarma parası almıştı. Demek ki Karaköy’de 2 saatten fazla vakit geçirmemişiz. Tramvaya bindik, durakları geçe geçe Sultanahmet durağına ulaştık. Tramvay’dan indik. Cebimden brownie’leri çıkardım. Yerken Sultanahmet Camii’nin meşhur banklarına doğru yürüdük. Etrafta polisler vardı, hiç çaktırmadan yürümeye devam ettik ve banklara ulaştık. Oturduk. Güzelliğin birkaç fotoğrafını çektim Sultanahmet Camii’ni arkasına alarak. Ağacın dibinde köpekler vardı, boğuşuyorlardı. Bizimkinin diğer sızlanmaya yer arayan kızların aksine köpeklerden ürkmek gibi bir huyu yok, yanından geçse bile. Hele hele sızlanma gibi bir huyu hiç yok. Bir keresinde Ankara’da aceleyle metroya yetişmeye çalışırken düşüp ayağını burkmuştu. Biraz dinlendikten sonra hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ettik. Çok çok güçlü ve farklı bir kadın ama haberi yok :)

Ayasofya’nın önüne geldik. Önünde durup biraz seyrettik. Sonra birbirimize sarılıp kendi şarkılarımızı benim söylemem eşliğinde dans etmeye başladık. Galata Kulesi’nin oradaki kadar yoğun olmasa da yine yanımızdan yöremizden insanlar geçiyordu. Bizse şarkılarımızı söyledik ve döne döne dans ettik. Tarif edemeyeceğim kadar huzurlu ve hiç olmadığım kadar mutluydum. Aşkın buna dair olduğu bu nadir ânı da yine onunla yaşamıştım. Özel bir insan o, hayatımı bahşettiğim...

Ayasofya’yı seyredebileceğimiz bir banka oturduk. Şaşkın sevgilim gülünü oraya bıraktı. Saate baktık ve 20:35 vapuruna yetişmek üzere hızlı hızlı tramvaya yürüdük. Gülünü bankta unuttuğunu fark edip almaya koştu. Arkasından yürüdüm. Arada da dönüp kaybolduğunu sanmayayım diye bana el sallıyordu. Zıplaya zıplaya gidip geri döndü ve tramvaya yetiştik. İlk vagona oturduk. Omzuna başımı koymuştum. Saçlarımı okşuyordu. Beni her yerde her şekilde bir çocuk gibi mutlu etmeyi başarıyordu. Camın yansımasından o halimizin fotoğrafını çektik. Tramvay durdu ve koşa koşa iskeleye vardık. “Yetiştik mi?” diye sordum güvenliğe. Yetişmiştik hem de son anda. Vapurun kalkmasına daha 1 dakika vardı.

Vapura binip tekrar aynı yere çıktık. Hava iyice kararmıştı. Bu kez balkonda kimse yoktu. Sonrasında bir adam geldi. Ama onu da hiç umursamadık ve sarıldık. Koskoca İstanbul biz aşkımızı rahatça yaşayabilelim diye kalabalığından arınmıştı sanki. Hava öncesine göre daha az soğuktu, hatta hissetmiyorduk bile. Turumuz sonlanmak üzereydi. Vapur hareket etmeye başladı biz de öpüşmeye. Montunun iliklerini açtı, beyaz kazağının üzerinden memelerini okşarken dudaklarını öpüyordum. Sonrasında kazağının yakasının fermuarını da indirdi. Elimi içine soktum ve yumuşacık, sıcacık memelerine dokundum. Çıplak memelerini sıkıyordum. Daha fazla sıkmamı istedi, daha fazla sıktım. Dudaklarımı ağzının içine alırcasına öpüyordu. Yine o şehvetli nefes alış-verişlerini duymaya başladım. Artık apartımıza dönmeyi iple çekiyorduk. Bir müddet daha öyle gizli saklı sevişmeye devam ettik. Sonra Kız Kulesi’ni seyretmek için vapurun diğer cephesine geçtik. Dondurucu bir soğuk vardı, yerimize döndük. Vapur Kadıköy iskelesine ulaştı. Turumuz sonlanmıştı. Biraz da sahilde bir banka oturduk ve denizi seyrettik. Apartımıza dönmek üzere yola koyulduk. Erken vakitlerde cipsli özel soslu dürüm yediğimiz dükkan da dahil olmak üzere neredeyse her yer kapanmıştı. Kokoreççinin birinden açık bir yerin kartını aldık yemek sipariş edebilmek için. Aklımızda kalanlarla apartımızın bulunduğu sokağa döndük. Üçüncü denemenin sonunda doğru kapıyı bulabilmiştik. Yöneticiden kettle rica ettik ve yukarı çıktık. Odaya girip eşyalarımızı koltuğa attık. Hemen sevişmeye başladık. Tur bitene kadar ikimizin de sabrı taşmış olacak ki hiç olmadığımız kadar şehvetli yiyişiyorduk. Hemen kendimizi yatağa attık, soyunduk. Dudaklarını öpmeye başladım. Sütyeninin üzerinden memerini bütün azgınlığımla sıkıyordum. Ben sıktıkça o inliyordu. Dilimi ağzının içine soktum; dilini yaladım, dişlerinde sürdüm ve ağzının içinde gezdirdim. Müthiş haz duyuyordum. Üstüme çıktı, kucağıma aldım. Sütyenini çıkardım, memeleri göğsüme döküldü. Çıplak memelerini sıktım; ucunu ısırdım, yaladım. Anüsünü parmaklayıp vajinasını okşadım. Zevkten kendimizden geçmiştik. Kucağımda vajinasını penisime sürtüyordu. Tekrar altıma aldım. Bütün vücudumla üzerine uzandım. Yanaklarını, burnunu ve yüzünün geriye kalan her yerini yaladım. Boynunu öpmeye başladım. Yüzüyle birlikte vajinası da sırılsıklam olmuştu. Yüzük ve orta parmağımla vajinasını okşuyordum. Boynundan memelerine indim. Dişlerimle meme ucunu ısırıp ısırıp bırakıyordum. Bütün memesini ağzıma alıp doyasıya emiyordum. Vajinasını yalamaya başladım. Dakikalarca yaladım. Korkusuzca inliyordu. Dudaklarımla vajinasının dudaklarını tutup içime çekiyordum. Hazzın doruklarında kendinden geçmişti. Saçlarımdan tutup beni üzerine çekti. Dudaklarımı yutacakcasına öptü. Dillerimiz birbirini yaladı. Göğsüme göbeğime birer öpücük kondurup penisime baktı. Biraz daha bakmaya devam etti. Ben de tekrar üstüme gelmesi için çektim onu. “ O da hayır yapıcam” dedi. Biraz korkarak ve çekinerek penisimin başını ağzına aldı. Yavaşça ve hissizce yalamaya başladı. İstemediği bir şeyi yaptığını çok iyi hissediyordum. Birkaç kez dudağıyla ucuna kadar çekip bıraktıktan sonra devam etmemesi için kendime çektim. Hem de yanakları ağrımıştı, daha önce de olduğu gibi. Arkasını dönüp yüz üstü uzandı yatağa. Kalçasının arasına soktum penisimi. Girip çıkıyordum. Memelerini sıkıp yüzünü ve dudaklarını yalarken bana daha hızlı olmamı emrediyordu. “Seninim, devam et, daha hızlı, harikasın bebeğim...” Girip çıkmaya devam ederken parmaklarımı ağzına soktum. Boynunu kendime çektim ve dilimi ağzına sokup ağzının içini yaladım. Muhteşem bir tadı vardı. Altımda inlerken müstehcen cümleler fısıldıyordu kulağıma. Ben de “evet yapıyorum” diyordum. Dudaklarından daha fazla öpüp, memelerini daha fazla sıkıp, kalçasının arasına daha hızlı girip çıkıyordum. Penisimin ucu karıncalanıyordu. Spermlerim testislerimden penisimin ucuna doğru yükselerken inanılmaz haz alıyordum. Vajinası penisimi sarıp okşarken penisim daha da çok karıncalanmaya başlamıştı. Altımda inlerken ben de zevkten dört köşe olmuştum. Yükselen spermlerim bana inanılmaz haz vererek penisimin ucundan dışarı çıktılar. Bir kez daha onun üstündeyken boşalmıştım. Sırt üstü yatağın diğer tarafına uzandım. Bacaklarının arasından, vajinasının üstünden, elimden ve penisimden spermlerimi temizledik.

Hazzın yorgunluğu dindikten sonra sipariş vermek üzere internetten açık restaurantlara baktık. Ben biraz bakıp sıkıldım, bu görevi o devraldı. Teker teker birkaç yeri aradı. Bu sırada da fiyat konusundaki hassasiyetini yansıtmaya devam ediyordu. Benim fikirlerime göre siparişi onaylayıp iptal ediyordu. Hatta benim kararsızlıklarımı ve ani fikir değişikliklerimi bile telefondaki konuştuğu kişiye aktarıyordu. Çok hoşuma gitmişti. Zurna dürüm de kararlaşıp, siparişi verdik. Özgürlüğün Elli Tonunu açıp izlemeye koyulduk. Biraz sonra dayanamayıp tekrar sevişmeye başladık. Boşaldıktan belli bir süre içinde cinsel bütün arzularım sönük oluyor. Öpüşmeye bile yanaşamıyorum. O ise benden karşılık beklemeksizin dudaklarımı yemeye devam ediyordu. Sonrasında ben de şehvetle kaplandım tekrardan. Sevişmemizi yaşarken gün içinde kararlaştırdığımız için anal seksi deneyecektik. Arkasını bana dönüp kalçasının arasını iyice açtı. Anüsünün parmakladım bir süre orayı genişletmek için. Sonra penisimi ve anüsünü ıslatıp içine girmeye çalıştım. Düşündüğü gibi olmadı, beklediğinden fazla canı acıyordu. Penisimi anüsüne sokmaya çalışıyordum, başını sokmayı başardım ve üzerine eğildim. Bir an girip-çıktığımı hissettim. Ama daha fazla dayanamadı. Verdiği sözü o fazla acı nedeniyle tutamamıştı. Ben de geri çıkardım. Gözlerimin içine baktı ve “tekrar deneyelim” dedi. Bu kez daha başı bile girmeden yine canı acıdı. Yine olmamıştı. Boşalamadan ve haz duyamadan üstünden kalkıp yatağa uzandım. Kendimi bırakıp ona odaklandım ve vajinasını yalamaya başladım. Saçlarımla oynayıp, inleyerek “devam et” diyordu. Sürekli ve sürekli bunu söyledi: “devam et!” Ben de devam ettim, dakikalarca... Sonra durup ona baktım. Göz göze geldik. Özür diledi ve üstüne çekmek istedi. Tam bu sırada kapı çaldı. Üstümü giyinip kapıyı açtım. Siparişleri alıp ödemeyi yaptım ve yemek yemek için yatağa geçtik. Film oynarken dürümlerimizi yedik. Yarısını yiyemedi onu da ben yedim. Gerçekten bu da çok lezzetliydi. Omzuma uzandı ve saçlarıyla oynadım, biraz da memeleriyle. Filmin son 40 dakikasına kadar izleyip durdurduk. Ben terasa çıkıp bir sigara yaktım. Yanıma geldi. Dudaklarıma yapıştı. Sigaramı yarım attım ve içeriye geçtik. Yine aynı adımları izledik. Anüsü yıprandığı için bu kez anal seksi hiç denemedik. Arkasını dönmüştü ve kalçasının arasına girip çıkıyordum. Haz duymadığımdan boşalmak için kendimi zorlamam gerekti. Memelerini sıktım, yüzünü öpüp dudaklarını yaladım. Sonunda bitkinlikle son kez yatağa attım kendimi. Uyuyakaldım.

Sabah alarmlar çalmadan uyandık. Etrafı toparladık. Evden çıkmadan son kez seviştik ama bu kez memelerini sıkamadım, çok acıyorlarmış. Anahtarı teslim edip yola koyulduk. Planladığımızdan geç çıkmıştık evden, acele etmemiz gerekti. Boğa heykelinin oradan Söğütlüçeşme Camii’nin oraya kadar koştuk. Trenin hareket etmesine 5 dakika kalmıştı. Çantalarını elinden aldım ve önde hızlıca koşmaya başladı. Geriye kalan son gücümü sonuna kadar kullanarak azim sınırlarımı zorlayıp peşinden onunla beraber gara yetişmek için son sürat koştum. 1 dakika kala girişe ulaşmıştık. Benim Ankara’da yaşadığım telaşın aynısını o da yaşıyordu. Kimliğiyle biletini kabul ettirdi. Son kez sarılacak kadar vaktim var mı diye sordum güvenliğe ve cevabını beklemeden kısacık sarıldım ve dudağından ufacık öpüverdim. 19 saat önce tatlı telaşla indiği merdivenlerden aceleyle geri çıkıyordu. Dışarı çıktım. Beni aradı. Trene bindiğini öğrendikten sonra rahatladım. Bir duvar kenarına oturup bi süre bu rüyanın bittiğini kabullenmeye çalıştım. Susamıştım. Cebimde kalan son bozukluğa seyyar simitçiden bir su aldım. Metrobüse binmeden günümüzün güzelliklerini düşünerek bir sigara daha yaktım. Sonra da eve dönmek üzere 23 saat önce beni bu gara getiren metrobüse binip yol almaya başladım.

 

28-29/01/2021

BaşAl Günü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

19 Saatlik İstanbul

  1 9   S A A T L İ K  İ S T A N B U L Selaaaaaaam ben geldiiiim, naber lan. Oooo abi hoşgeldin. Hoşbuldum, bak bu sefer çok bekletmedim sen...