14 Ocak 2021 Perşembe

   240 gün olmuş dostum sana uğramayalı. Böylece ne kadar vefasız biri olduğumu da tescillemiş olduk. Bunu da yazayım buraya da asalım senin duvarlara. Hem benim duvarlara da asalım, nelerle süsleyeceğimi şaşırdım zaten; biraz da gerçeklik çarpsın yüzüme. Gerçi ben duvarlara konuşuyorum sen yokken ama neyse kimseyi iğnelemiyoruz bugün. Sabaha kadar buradayız sabaha kadar içicez.

   O kadar uzun zaman olmuş ki sana uğramayalı, artık sana nasıl hitap ettiğimi de unuttum. Bu cümleleri yazana kadar düşünmek istedim, sırf bu cümleye yetiştirmek için sana olan hitabımı ama; onu da beceremedim. Birkaç cümlemsi şeyler hatırlıyorum lakin (evet bu kelimeyi kendimi boşlukta süzülürken hissettiğim zaman kullanıyorum sadece) konuyu da iyice uzatmama rağmen hala bulamadım. Neyse, sana sadece içimi dökeceğim zaman geliyorum farkındayım. Yine uzun zaman sonra bi jazz müziği radyosu arka planda çalarken, sigaramı yeni söndürmüş, içimden acaba bir kahve mi pişirsem diye geçirirken basıyorum tuşlara. Hem uzun zaman sonra uğradığım için dinlemeye değer şeyler anlatmak istiyorum sana. Gerçi sen beni her koşulda dinliyorsun ve benim için hep buradasın. Keşke herkes senin gibi olsa. Keşke birileri bana gerçekten dinlendiğimi hissettirse. Ömrüm boyunca genel kültür bilgileri edinerek, türlü şaklabanlıklarla, jest-mimiklerle geliştirdiğim hitabet etkinliğimi birilerinde kullanmak zorunda olmasam da o kişi beni her koşulda dinlese. Birileri beni dinlese ya günlük. Biriniz dinleyin ulan beni!

   Dur ya! Sana günlük diye hitap etmiyodum ki ben. Sen sıradan biri değilsin ki benim gözümde, her sıradan insanın kağıttan dostuna hitap ettiği gibi hitap edemem ki sana. Hemen eski sayfaları karıştırıp sana nasıl hitap ettiğimi bulmak ve bir de kahve pişirmek istiyorum. Gerçekten utanıyorum seni unutacak kadar senden uzak kaldığım için ama sen beni gerçekten anlıyorsun ve her şeye rağmen seviyorsun. Her zaman burada olacağını bilmenin verdiği güvenle senden uzaklaşabiliyorum aslında. İyi ki bir insan değilsin dostum. Çünkü bazı ruhlar ete kemiğe büründüğünde onlarla olabilmen için onlara sürekli bir şeyler vermen gerekiyor (tabiki somut ve maddi şeylerden bahsetmediğimi çok iyi biliyorsun). Sürekli kendinden parçalar vermen gerekiyor insanlara. Bir meyve gibisin onlar için. Isırmadıkça ne kadar tatlı olduğunu hatırlamıyorlar. Ve sadece mevsimin geldiğinde arıyorlar seni. Sen olmasan onların hayatında, başka meyve mi yok sanki. Ama senin tadını başka hiçbi şeyden alamayacaklarını bilmiyorlar. Bir meyve gibisin insanlar için. Olmasan belki yaşamaya devam ederler, o mevsim geldiğinde sende buldukları tadı başka meyvelerde ararlar. Ve seni pekâlâ unutuverirler. Bir meyve gibi hissediyorum. Sürekli ısırılıyorum sağımdan solumdan. Beni yedikleri için insanlara minnettar mı olmalıyım tekrar toprağa düşüp yeşerip ellerine tekrar düşeceğim için. Onlara; beni ısırarak ölümümü ve elbette sonrasında da doğumumu hızlandırdıkları için teşekkür mü etmeliyim. Ben dalımda çok mutluydum be dostum. En azından kurtçuklar daha az acımasız. Yavaş yavaş ve sadece yaşamak, hayatta kalabilmek için beni ısırıyorlar. Ama insanlar o 32 dişini birden vücuduma her geçirişlerinde zevk alıyorlar. Ve sürekli dillerinde Nâzım'ın dizeleri: "Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?..." Değil tabiki lan, sevmiyorum hiçbirinizi. "...Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık, yahut hiç sevmeseydi; Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden.?" Kaybetmezdim Zühre'm ben Tahir'liğimden hiçbir şey merak etme. Hem siz insanlar, biriniz değil haa hepiniz, siz kirli dişlerinizi bedenime geçirmeden önce tahirdim ben zaten.

   Bu arada sana nasıl hitap ettiğimi buldum, sevgili hiç okumayacak okuyucum ;) Şimdi de kahvemi pişirmeye gidiyorum, gelcem.

   Ben buraya dert yanmaya gelmiştim,  yine edebiyat yapmışız laf arası. Hem sen hak ediyosun edebi olmamı sevgili hiç okumayacak okuyucum. Aaaa şimdi aklıma geldi. Acaba hiç dinlemeyecek dinleyicime de biraz seslensem acaba. Ama tabiki onunki müzikal olacak, kıps ;)

   Biliyorsun dostum (bırak da sana bugünlük böyle hitap edeyim) ben biraz çerez gevezelikler yapmadan söze giremiyorum. Oldum olası hiçbi insanı üzmek istememişimdir. Böyle yaşadım bu lanet olası yaşamı. Bazen Uğurhan Özay gibi sokaklara çıkıp "Lanet insanlaaaaaaaaaaaaar" diye bağırasım gelmiyor değil ama kimseyi üzmezsem ben de üzülmem diye bir inanç var içimde yıllarca beslediğim. Kellesini mi vurayım yoksa minik mutluluklar yaşattığı için arada bi başını mı okşayayım bilemedim bu inancımın. Ama neyse dursun bi kenarda artık. Ama sevgili inanç'cım, sana bi şey söylemem gerekiyor: "Hiçbir işe yaramıyorsun, bugüne kadar yaşattığın hiçbir şey için teşekkürler." Niye deme oğlum işe yaramıyorsun işte. Yok kimseyi üzmezsen bir gün gerçek mutluluğu sen de bulurmuşsun. He gülüm, oldu canım, oldu paşam, he yavrum... insanlar da öyle diyordu zaten. Şimdi birilerinin karşına geçip "Naif insanları ülkemizde zayıf zannediyorlar" falan desem, herkes kafa sallar. Ama kime naif davransan eninde sonunda ağzına sıçıyorlar afedersin. Neyse edebi üsluptan kaymayalım burası özel bir müessese. Barış Manço falan geliyor buralara. Arkada Jazz çalıyorlar falan, olmasın yani, olmayalım.

   Arada kalemi bırakıp birkaç bi şeyle uğraşıp geri dönüyorum sana sevgili hiç okumayacak okuyucum ama tabiki bunu fark etmiyorsun. Şükrü Erbaş'ı çok çok severim. Hele Ömür Hanım'a yazdıklarını okudukça dibim düşüyor. Az önce dizelerini okudum. Şöyle diyor: "Ey gövdede çiçeklenen zaman/Kendini sevmeden kimseyi sevemezmiş insan." Bana diyor ki resmen:"Sen daha kendini sevmiyorsun be pezevenk." Uuups, özür dilerim. Beyler ama lütfen Barış abi var içeride, olmuyo böyle küfür falan. Pardon abi kusura bakma ya. Edebi üsluptan şaşmayın dediniz de küfür edebiyatın şahdamarıdır be. Ne yani hep süslü püslü cümleler mi kuracağız burada. Hem bu mekan benim ulan. Al dikkat etmiyorum yazım yalnışlarına. Al şeyi bitişik yazdım: herşey; Al bir'i de ayrı yazdım: hiç bir. Kızdırmayın ulan beni. Kızman hiçbir işe yaramıyor Aliciiim. Hiçbir şeyi değiştiremiyorsun. Hiçkimse seni dinlemiyor. Hiçkimse sana inanmıyor. Hiçkimse senin için mücadele etmiyor be, en sevdiğin bile.

   Nerede kalmıştık abi? Bi kahve pişirmek bu kadar uzun sürer mi yahu! Geldim geldim tamam, pişti kahve. Eee abi ne diyoduk? Hiç öyle laflıyoduk ya. E dert anlatıcam diye geldin buraya. E abi biliyorsun beni de zorlama, dökülücem birazdan işte. Hem arada söylüyoruz ya bi şeyler. Sen de mi gerçekten dinlemiyorsun beni yoksa? Dinliyorum ya işte. Bu dinlemek olmuyo be abi. Ben sevmiyorum kendimi abi ya. Banane ulan bundan. E abi sen bensin, seni de sevmiyorum. Haa o zaman değişir, anlat bakalım neden sevmiyorsun beni, pardon seni, off bizi ulan işte! Hiiiç. Öyle işte ya, neyse...

   Evet sayın  ve çok sevgili okuyucularım (yani hiçkimse); an itibariyle İstanbul semalarında bulutlar kavga ediyor, bağırıp çağırıyolar. E biraz da bi şeyler parladı. Sanırım canları yanar ve sonunda ağlarlar. Biz de ıslanırız. Umarım üşümüyorlardır, şu an karı hiç çekemem. Ya o karı değil be olum ilahi hahaha, hem sen ne zaman benim kadınlara öyle dediğimi duydun. Kar işte; hani yağan, birbirinden eşsiz olan buz taneleri. Bir keresinde bana hiçkimse "sen yeryüzüne yağan eşsiz kar tanelerinden biri gibisin" demişti. Evet evet seviyorum o küreleri de. Tamam doğru hatırladın tamam. Hem yakın zamanda bi tanesine ben de sahip oldum. Yavaş yavaş söze giriyosun galiba Alicim. Öyle mi abi? Evet evet konuyu nereden nereye getirdin baksana, o kız mı yine? Evet ama abi, ben sana o kızdan hiç... Şşşt ben senin hep yanındayım bunu unutma ;)

   Velhasıl kelam ben yine rutin işlerimle uğraşıyorum, yani: üzülmekle. Madem sen benim hep yanımdasın, sana da tek tek anlatmamın bi anlamı yok abi. Nasıl olsa ona da anlatıyorum tek tek ama bir faydası olmuyor. Ne gözümden bi damlayı eksiltiyor, ne de yaşamımdan biraz üzüntüyü. Tüm üzüntümün sebebi değil elbette, yüzümü de güldürüyor.  Ama payı büyük be abi. Olmuyor, olamıyoruz sanki. Çok farklı pencerelerden bakıyoruz hayata. Oysa bi ara bu trende aynı pencereden baktığım tek insan sanıyordum onu, ama sadece benim vagonuma uğramış bi ara. Hepsi bu.

   Az önce telefonum zınladı. Heyecanla o mu yazdı bi şeyler diye açtım tuş kilidini. Ama sıradan bir bildirimmiş. Aşk da gurur yoktu hani yazsana bi şeyler. Bana hep beni anladığını söylüyorsun, döksene içini satırlara. Uzun uzun yazsana. Okuyayım biraz. Seni, senin içini... Üzülmek yetmiyor, söylemek lazım; konuşsana. Sevmek yetmiyor, göstermek lazım; yapsana.

   Çık gelsene yanıma. Sarılsana bana. Al birilerini, bi şeyleri, geçmişini karşına artık. Dayanamıyorum ben bunlara, beni biraz anlasana... Sana yeni şarkılar yazacakken, yazdığım şarkının anlamını yitirip yok olmasına sebep olan kadın, anla beni!

  Fazla mı ileri gittim abi? Yok yok devam et, dök içini. Kızıyorum abi ona. Neden peki? Üzülüyorum abi ben ya. E sen de hep üzülüyorsun, hiç mi mutlu olmazsın be Ali? Olmuyorum abi olamıyorum. Ben bu hayata mutsuz olmak için gelmişim. Her şey o kadar boktan gitmiş ki hayatımda...

  E ama beyler Barış abi içe...

  Siktirtme ulan şimdi Barış abini. Bi şey anlatıyoz şurada, girme araya! Her şey o kadar boktan gitmiş ki hayatımda abi, bundan sonra bi şeyler güzel gitsin istiyorum, çok mu be?! Çok değil ama çabalıyor musun ki sen de? E abi çabalamıyor muyum allasen, sen de yapma şimdi böyle. Tamam tamam bir şey demedim devam et hadi.

   Oooffff! Ooooof! Ooooof!

   Oflama anlat hadi.

   Oooffff! OFFFFFFF! Of be abi. Ne kaldı anlatacak. Bak samimi söylüyorum, dilimden dökülen her cümleye acıyorum. Vasıfsız işçiler bile bi çarkın parçası, sistemi döndürüyorlar; ineğin boku bile gübre oluyor da bi işe yarıyor. Benim cümlelerimin değeri bu kadar bile yok.

   Söyleyelim mi birer bira. Bira yok abi evde vodka var, ev yapımı. Onun da yanında içilecek bir şey yok. Yoğurt var dolapta ayran yap. Abi güldürme işte, olmuyor. Tamam oğlum da anlatmıyorsun bi şey. Abi nasıl anlatmıyorum ya, konuşuyorum işte. Baksana gözüme, car car bağırıyorlar, onlara kulak versene. Sen de ruhen uzaktasın benden demek ki, gözümü görmüyorsun ki beni anlayasın, tıpkı onun görmediği gibi. Gerçi o gözümü görse de susuyor ama neyse... Bakışlarımı görse de, gitme diyen sesim yankılansa da kulaklarında, gidiyor işte anahtar için falan. E olum hâlâ mı bu mesele ya. E abi tabi anlatıcam, atlatamıyorum ki, kaldıramıyorum terk edilmeyi. E sen de beni terk ediyosun işte, 240 günde bir uğruyorsun. Abi aynı şey mi lütfen ama ya; senin bana ihtiyacın yok ki, senin bana ihtiyacın yok. Belki onun da sana ihtiyacı yoktur. Öyle mi diyorsun? Öyle diyorum. Deme! Dedim bile.

   Şu an bu satırları okusa ne derdi? Hahaha okutacak cesaret mi var bu satırları, boşuna mı hiç okumayacak okuyucum diye başlıyorum cümlelerime. Tamam okutamazsın da, diyelim bi şekilde okudu; ne derdi? Ne diyecek abi. Süslü satırlarımdan etkilenirdi, sana konuşmamı komik bulurdu. Her cümleme bi savunma cümlesiyle karşılık verirdi. Türlü bahaneler üretirdi. Anlamaya çalışmak yerine tek bir yere odaklanırdı. Orası da kesin cevap verebileceği bi cümlem olurdu. O cümlem üzerinden yürür giderdi, ben de onlara cevap verirdim. Sonra her şey bi daha karman çorman olurdu. Lanet döngüden çıkamazdık yine. Hem o pek kitap okumaz, anlamazdı senin benim dilimizi, üslubumuzu. Büyülemez cümleler onu pek. Çekmez kelimeler onu içine, daha ona hediye ettiğim kitabı bile bitirmedi. Sorsan hep bir bahanesi vardır mutlaka. Sorsan bunlar bahane değil sebeptir de. Ben onu hep anlarım ama o beni hiç anlamaz gibi gelir bana. Ben ona ne hissettiğini tek tek söylerim ama o karşımda bi yabancı gibi konuşur beni tanımayan. Sanki her şeyimi açtığım sevgilim gibi değil de durakta beklerken dert yandığım biri gibi.  Ben onun hep peşindeyimdir, ulaşabileceği bi yerdedirimdir ama o ise müsait olduğunda yanıma gelir, bana ayırdığı zaman bitince gider. Zamanını ayıracağı şeylerden biriyim sadece. Onun hayatında özel bir yerim yok. Öyle olduğunu zannediyor ama sadece vakit bulursa yanıma uğruyor. Yani vakti olursa arkadaşıyla konuşuyor, vakti olursa benimle konuşuyor, vakti olmazsa hiçbirimizle konuşmuyor. Aynıyız yani. Oysaki ben vakit yaratıyorum onun için, uyumuyorum mesela o müsait olduğunda. Oysaki ben  türlü zorluklara rağmen mekan yaratıyorum onun için mesela, şehrine gidiyorum; o ise bulunduğu mekandan ayrılabilirse geliyor yanıma. Benim annem babam ailem hiçkimseler onun karşısında mesela, o ise ailesene uyarsa yanımda. Döktün içini gene. Deşme yaramı be abi, susturamazsın sonra; bak uyarıyorum.

   Bana dostum diyerek başladın abi diyerek bitireceksin galiba. Benim dostlarım hep benden büyüktür abi. Yaş olarak değil ruh olarak. Sana saygımdan abi diyorum yoksa öz abime bile demem biliyorsun.

   Noldu senin o işler? Hangi işler abi? O işler işte olum hani... Haaaaa onlaaaaaar. Onlar tabi yaaa aklına geldi nihayet. İşler deme abi şuna ya, duygusalım ben işte; her eylemde bir mânâ ararım. Biliyorum oğlum biliyorum, bakma sen bana sokak ağzı. Anlat bakalım. İyi de hiç anlatmadım ki sana ben. Söyletmesene oğlum bana tekrardan, ben senin bildiğin her şeyi biliyorum NOKTA.

   Bir keresinde metroya yürümüştük beraber. Sonrasında da hep yürüdük. Mecbur kalmadıkça da aksatmadık. Evet biliyorum, içinde ne varsa o zaman anlatıyodun kıza. E abi napiym, zaten zar zor yanımda oluyordu, birlikteyken de iyi vakit geçirmeye çalışıyorduk, sevişiyorduk falan. Bana mı anlatıyosun bunu Ali, tabiki biliyorum. E abi sen her şeyi biliyorsun da niye anlattırıyorsun bana o zaman? Bilmem anlatman hoşuma gidiyor. Abi yapma şunu. Şaka lan, hem sen her şeyi tekrar tekrar anlatıyosun zaten hep, bir kere de bana anlat nolucak?

  Metroya gidiyorduk abi, ilk zamanlarımdı Ankara'nın sokak aralarında. Her şey bir yana da bana şunu dediğini çok iyi hatırlıyorum: "İleri de bir gün ayrılırsak...Hani her erkek senin gibi düşünmeyebiliyor." Bana ya bana! Ben nasıl unutayım şimdi bu cümleleri. Ben her şey pahasına seni sevmişken, kararlarıma rest çekip ayağına gelmişken (ki eminim o bunu otobüse binip gelmekten  ve söylenen birkaç yalandan ibaret sanıyor) , daha ilk haftasında edilecek söz mü bu? Sonrasında kendimi yanlış ifade ettim falan dedi ama palavra. Öyle olmasaydı deliler gibi seviştikten sonra içine de girebilirdim. Her türlü hâle geliyoruz ama bir zar her şey onun için, neden acaba? Gerçekten beni geçici biri olarak görmeseydi ya da geleceğinde benim olacağımdan emin olsaydı, içine de girerdim di mi? Ama hala hala hala bana güvenmiyor abi. Her boku yiyoruz afedersin ama-

Beyler Barış ab...

Laaaaaaaan, kafayı mı yedirteceksin bana. Zaten dağıldım iyice siktir git!

Ama abi küfür yo...

Lan siktir git, siktir git!

Biliyorum düşünüyor bunu içten içe. Bir gün ayrılırsak başka bir erkeğe kendini layık görmüyor herhalde, bilmiyorum. Gerçi her kadının endişesi bu ama. Onda farklı bir izlenim bıraktığıma, benim diğer erkeklerden hatta diğer insanlardan gerçekten farklı biri olduğuma ve farklı düşündüğüme inandığını zannediyordum. Sonrasında defalarca öyle demek istemediğini söyledi ama sonra bir kez daha, bana bunun aynısını söyledi. Ama bu kez "Ben seni üzersem yine ve sen beni terk edersen" cümlesini ekledi başa. Benim ondan ayrılmamdan korkuyormuş ,peh! Benim gibi pireyi deve yapan biri sana gerçekten aşık olmasaydı, sen bu cümleyi ilk kez kurduktan sonra yanında durur muydu sence? Ama biliyor çok zıt düşündüğümüzü, bir gün biteceğimizi. Bu yüzden kendi kendine "ortada kalırım bir gün" diyordur eminim. Ne gelir ki benim elimden. Sustum, susuyorum. 

   Hem bu ne kadar iğrenç bi cümle ya: ortada kalmak. Toplumdaki her kadının düşüncesi haline nasıl geldi bu cümle? Naptılar bize ya? Nasıl kendinizi bir eşya olarak görebiliyorsunuz ey kadınlar, nasıl?! Lanet islamiyet yine iş başında! Sen yine her şeyi islam'a bağlıyorsun gene? Hala nefretin taze galiba? Olmasın mı abi, tabiki taze ve hep de taze kalacak. Bir şekilde hayatımı hep mahvetmeye devam ediyor namussuz!

   Baktım Jazz müziğine de, 3.5 saattir arkada çalıyor. Bana da yazdırıyor sürekli. Bu jazz müziğin en çok nesini seviyorum biliyor musun? Aslında benimle tamamen zıt olan bir yanını: Hiç acele etmiyor. Trompet sakin sakin ve saatlerce çalabilir. Bir notayı belki bir saat boyunca, bir ezgiyi belki günlerce çalabilir ama hiç acelesi yok. Sakin, sessiz ama akıyor. Sürekli çalıp da hiç rahatsız etmemesinin, hiç kendinden bıktırmamasının sebebi bu. Hiç acele etmiyor. Bense yaşamdaki her güzelliği çabucak tükettiğim için bu hâldeyim belki. Belki hayal edecek tek bir şey bile  bırakmadım geride. Zıt ki Simyacı'daki o adam gibi. Hacca gitse hayali kalmayacak (bunu hayal eden aklını sikiyim ama neyse hayallere saygımız var)ya o yüzden yaşamaya umutla devam edebiliyor. Ha bi de Romantika'daki o aşıklar var tabi. Onların olmadığı gibi sabırsız ve aceleci olduğum için böyleyimdir belki ben. Hem abi bak iyi ki okumuyor o bu satırları. Simyacı'yı bitirmedi, Romantika'yı okumadı bile, anlamazdı bu cümlelerimi. Okur geçerdi. Oysa cümleler sadece okunmak için mi yazılır? Her cümlenin arkasına bi duygumu saklarım ben. Kaldırıp bakmasını isterim okuyanın. Kimileri her kelimenin arkasına saklar, kimileri ise her harfin... Hem bi de sadece tek sıkıntım olarak; gitmesinden, sexten falan bahsetmişim. Okusaydı yalnız onlara odaklanırdı. Okur okur geçerdi. Hem o da haklı, hangisine odaklansın? Birikiyor be abi. O kadar biriktirmeyelim desek de birikiyor. Uzaktasın ya işte nafile. Yapamıyorum, yapamıyoruz, olmuyor. Oysa bir kez sarılsak bitecek tüm dertler ama sarılamıyorum ki bitsin. Uzak kaldıkça daha da uzaklaşıyoruz. Hem ben bi de sürekli ağlayan biriyim, sulugözüm; görmüyor ki anlasın beni. Gerçi görünce de acıyor galiba bana. Kıyamıyorum sana diyor. Seviyor galiba. Ben de onu seviyorum. Ama keşke hiç kıyamasa. Ağlamam biter bitmez kıymaya devam ediyor.

   Onun yanındayken sadece sevişirken gerçekten mutlu olduğumu hissediyordum. Çünkü sadece o anlar da düşünmek zorunda olmuyorduk, sadece o anlar hiç bitmeyecek gibi geliyordu. Şimdi arada bi konuşmaya çalışsam kaçıyor. Konuyu kapatıyor. Benim yaşadığım kadar güzel ve değerli değildir o anlar onun için. Utanıyorum diyor ama bundan utanılır mı abi? İnsan sevdiğinden utanır mı? İnsan sevdiğini yarım bırakır mı, insan sevdiğini üzer mi?

   Geriye kalan tüm anlar da sürekli bir, zamanı bitecek ve gidecek endişesi taşıyordum içimde. Gelmediği zamanlar zaten hep mutsuzdum. Geldiği zaman da gidecek diye mutsuz oluyordum. Yarım kalıyorduk yani, birlikte olduğumuz anlar bile yarım kalıyordu, sevişmelerimiz bile yarım kalıyordu. Biz tamamlanamadık ki hiç. Ama onun yüzünden hep bunlar, hep onun yüzünden, hıh!

   Bitiremiycez gene herhalde muhabbeti abi. E olum arada bir gelsen anlatacağın şey azalır. Gelemiyorum be abi. Neden gelemiyorsun? Gelemiyoruz işte. Şimdi senin o kızdan ne farkın kaldı? Abi deme şunu ya! Belki de aynısınızdır, ondan böylesiniz. Seviyor mu seni o? Seviyor abi. Nereden biliyosun? Söylüyor da oradan biliyorum. Sen seviyor musun onu peki? Çoook, hem de çok ama... Aması ne? Neyse be abi! Keşke cesaret edebilse de gelebilseydi. Ne biliyim hayali bile güzel. Ayda 1 belki. Bir ben gitseydim bir o gelseydi. En azından ayda 1'de olsa birbirimizi görürdük, belirsizliğe gömülmezdik. Ah be oğlum ah be Ali'm...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

19 Saatlik İstanbul

  1 9   S A A T L İ K  İ S T A N B U L Selaaaaaaam ben geldiiiim, naber lan. Oooo abi hoşgeldin. Hoşbuldum, bak bu sefer çok bekletmedim sen...